Tinsel fahişelik

"Mobile" diye adlandırılan hareketli heykelciklerin babası Alexander Calder'e özel bir sevgim vardır. Mühendis, yontucu ve ressam Calder, elbette çok önemli ve 21. yüzyıla damgasını vurmuş bir sanatçı. Andre Breton, onun eserlerini "Dengenin pür sevinci" diye tanımlarken; Jean Paul Sartre, "Calder hareketi belirtmiyor, yakalıyor" derken herhalde boşuna konuşmuyorlardı. Ancak benim Calder sevgim, onun sanatçılığından çok, kişiliğine yönelik. 1942 yılına dek minicik, kıpırtılı heykelcikler yaratan Calder, bu tarihten öteye biçem değiştirdi ve "mobile"lerin karşıtı sayılabilecek büyük boyutlarda, durağanlık, ağırlık ifade eden döküm heykeller yapmaya başladı. Bir özgünlüğü de "stabile" adını verdiği bu heykelleri, baştan aşağı siyaha boyamaktı.Çok ünlüydü Calder, çok. Ancak bir o kadar da seçici ve inatçı... Eserlerini öyle her alıcıya satanlardan değildi. Bu zorluk, parayı bastırınca her istediğine sahip olmaya alışık sosyetik sanatseverlerin arzularını kamçılıyor ve varsıllıklarıyla ünlü isimler ondan bir heykelciğe sahip olabilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı.ALTIN VURUŞ Bir gün Calder'in atölyesine çok zengin bir koleksiyoncu ile hanımı geldiler. Hoşbeşten sonra koleksiyoncu çift, ıkına sıkına talebini açıkladı. Maestro'ya bir "stabile" ısmarlamak istiyorlardı. Ancak bu "stabile", salt kendileri için yaratıldığının iyice anlaşılması için, biraz farklı olmalıydı. Sanatçı, sessizce dinliyordu. "Acaba bizim için altından bir stabile dökebilir misiniz Bedeli neyse, ödemeye hazırız" dediler. Calder, piposundan bir soluk çekti: "Tabii" dedi, "Niçin olmasın" Koleksiyoncu çift bir sevindi, bir sevindi. Kadın, eşine dönüp: "Ben sana dememiş miydim, bak kabul etti" diye cıvıldarken... "Paranın açamayacağı kapı yoktur" demek istiyordu. Calder, içten içe çok eğlendiği birkaç saniyenin sonunda yarım kalan tümcesini tamamladı:"Altından, gümüşten, hatta elmastan da heykel yapabilirim. Ama illaki siyaha boyarım!"SÜRÜNGEN DÖNEKLERİnsanın yaptığı iş, benimsediği ilke, tuttuğu yol konusunda inanç ve görüşlerinden taviz vermemesi, işte böylesine kolay aslında, sevgili okurlar. Asıl zor olan, taviz vermek. Çünkü tavizin sonu yok. Bugün bir ucu, yarın öbür ucu, öteki gün ortası derken belkemiği eğile eğile bükülen insanı bekleyen evrim, hiç şaşmaz, entelektüel sürüngenlikten ibarettir. Evren devinimdir. Kapsadığı canlı cansız her şey ve elbette dünya gezegeni de varlık sürecinde değişime uğrar. Dolayısıyla insanın da savunduğu fikri, inancı zamanla değiştirmesi olağandır. Oysa Türkiye'de sosyal ve siyasal arenada savunduğu fikri ve duruşu tam karşıtıyla değiştirenlere "dönek" diyoruz, bizler. Üstelik yerden göğe haklıyız.İLKE OLMAYINCA TAVİZ GEREKMİYOREvrende herkes ve her