Çığlık

- Hey siyah kafile, kuş sürüsü, gelişin nereden - Bak papaz, yok olmuş bir şehrin ahalisiyiz, o şehirden. Buraya gelip getirdik yorgunlukla mazlumiyet. Seninkilere söyle, kurşuna tutulacak kalmadı nihayet. Taş ve demirden yapılmıştı şehrimiz. Şimdi her birimizin elinde bir valiz. Her valizde kurşun yağmuru altında toplanmış kül duruyor. Hatta rüyalarımız bile şimdi yanık kokuyor. Şehrimizin kadınları gamsızdı, berraktı sesleri. Parmakları sonsuz derinliğe dokunurdu geceleri. Tıpkı damarlar gibi derindi şehrin pınarları. Kiliseleri havadardı. Kendi elimizle yaktık onları. Bizi en iyi mezar taşları anlatır, açıklar. Bizimle sadece sohbet eder misin, bu kadar. Bize sevgini bağışla, sık bakalım mengeneyi. Askeri papazsın, öğrenmişsin ya komünyon ile günah çıkarmayı. Anlat bize şehrimizin ne diye yakıldığını. Söyle hiç olmazsa bunun mahsus yapılmadığını. En azından suçluların ceza göreceğine söz ver. Bari bir şey anlat ki, onu anlatmaz son haberler. - Tamam, anlatayım size nedir kayıp. Her suçlu tabii ki görür hak ettiği cezayı. Bu arada suçu olmayan da görür, ilerde. Hiç ilgisi olmayan da cezalandırılır elbette. Kara akarsulara kapılan neden başkası değil de siz Peygamberlerin kitaplarını keşke dikkatle okusaydınız. Kaçınsaydınız cehenneme giden deliklerden. Müminin en şanslısı, inandıklarının gerçekleşmesini görmeyen. Hatırlıyor musunuz, yalvaçlar acı ve sabır hakkında ne derler Kuşlar hakkında, ki şehirlere taş gibi düşerler İşte o zaman kayıp dediğin başlar, o zaman. Sonu da o kadar kötü ki, bahsetmeyeyim ondan. Aramızdaki fark, ünlülerle ünsüzler arasındakine benzer. Ölümü kabullenmeye herkes hazır, bu başkasının ölümü olsun yeter. Bu hayatta hiç kimse asla kaçınmaz kısastan. Bunu bizimkilere hep söylerim söyleyecek bir şey kalmadığı zaman. Kefaretin kaçınılmaz olduğundan yoktur haberim. Nerede kalalım, ne yapalım derseniz, ben ne bilirim Herbirimize has şeylerdir mevzuubahis.