Gazetem, kahvehanem ve "mamehuran hırsızları"

Evimiz şehir merkezinde. Binamızın girişinin hemen solunda müzik aletleri, hemen sağında ise kitap-kırtasiye ticarethaneleri vardır.Aslında binamızın en yakınından ve her yönünden geçen cadde ve sokaklar boyunca ticarethaneler ve kahvehaneler mevcuttur. Ama mevzumuz bu değildir. Asıl mevzu; durup dururken neden kahvehane ve bizi kahvehaneyle irtibatlandıran çaydan da öte olan unsur... İki kahvehane ile irtibatımız devamlıdır. Bu kavi irtibatımızı vazgeçilmez kılan üç sebepten; birisi çayın kalite ve kıvamı.. İkincisi; kumarsız, zarsız ve zararsız olması. Üçüncüsü ve en önemlisi ise gazetemdir. Bu irtibat, tanışma ve arada bir oturup sohbet sayesinde bu kahvehanelerden biri artık gazetemizin aşinası olmuştur. Şehir dışında olduğumuz zamanlarda da oraya gazete ya bırakılır, ya da gidip alırlar. Adı "Hicret" olan bu kahvehanede sohbetlerimiz; nefsaniyetten ubudiyete, cehaletten marifete ve ihtilaftan ittifaka "hicret" mânası etrafında yoğunlaşır. Bir defasında da sohbetimiz demokrasi, hak ve hürriyetler üzerine yoğunlaştı. Ama kendimizden bir şey katarak değil. Bediüzzaman diyerek, onun hürriyet ve meşrutiyeti (demokrasiyi) doğru tanımlamasını dile getirerek ve onun şark aşiretlerine verdiği derslerden alıntılar aktararak... İlginç olan bir tevafuk da, bu sohbetimizin güzelliğine şahane bir boyut kazandırdı. Söz dönüp dolaşıp, sonradan tövbekâr ve sofi olan Mamehuran hırsızlarına gelmişti.. Aynı zamanda öğretmen olan kahvehane sahibi, "biz de Mamehuran aşiretindeniz" demez mi.. Kendi kendime; "Eyvah, yahu biz böyle hırsız mırsız diyerek baltayı taşa mı vurduk" diye bir hisse kapıldım... Ama sonra tebessüm ederek dedim: Ne güzel bir aşiretiniz var ki, hırsızlarınız bile tövbekâr ve sofi olmuşlar ve Bediüzzaman gibi büyük bir zatın sözleri arasında bir hüsn-ü misal teşkil etmişler. Cevdet hocayla bu minval üzere sohbetimizin kulak misafirleri de olunca, ilgili eserden bazı cümleleri aktararak biraz daha devam ettik. "Elhasıl: Başkasına itimat etmeyen nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misâl söyleyeceğim: Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Hâlbuki çoban tembel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimat etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebit kurtlar ve hırsızlar ve belâlar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terk edip, hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup, bir çobana bedel bin muhafız olmakla, hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin, daha mı iyidir Acaba Mâmehuran hırsızlarını tevbekâr ve sofî eden şu sır değil midir"1 Orijinalinden okuduğumuz mezkûr cümlelere