Hayalde kaderin izleri

Yeryüzündeki şeffaf şeylerde yansıyan misalî güneşler bir manada gökyüzündekinin hayalidir, diyebilir miyizAynada, hakiki güneşin yansımasından başka bir şey yok derken, gökyüzündekine zarf olan aynadaki misalî güneş ile hakiki güneşe işaret ediliyor, denilir. Işık, ısı ve diğer özellikleriyle yayılarak gelen güneşin, yansımasıyla hâsıl olan misalî güneşe ya da onun resimlerine "Güneştir" denilse hatadır. Evet, aynanın parlak kısmındaki akis ve arka yüzünde teşekkül eden bir resim var ki bunların da ayrı ayrı birer vücudu var. Gerçi o vücudlar güneşin cilvesinden ve yansımasındandır, fakat güneş değillerdir. İşte insanın zihni, hayali, bu ayna misaline benzer. İnsanın fikir aynası ve hayal âlemindekiler, bir yönüyle ilimdir diğer yönüyle malûmdur. Zihin ya da hayal, o malûma zarf olursa o malûm, zihnî ve hayalî bir malûm yani bir "şey" olur amma zihnin ya da hayalin vücudu ayrı bir şeydir, karıştırmamak lâzım. Eğer zihin ya da hayali, o şeyin (malûmun) hâsıl olmasıyla kazanılan bir sıfatla vasıflarsak, nitelersek işte o zaman o şey zihne sıfat olduğu gibi ilim olur, zihinde ilmî vücudu olan şeye dönüşür. Velev ki zihindeki malûmun vücudu ve özü yani kendisi dahi olsa nihayetinde arazîdir, zihinde yer alan, hakiki varlığı olmayan ama ilmen kabul edilen şeydir. Bu ölçüler ışığında kâinat, Allah'ın isim ve sıfatlarına ayna olduğu gibi insandaki akıl ve orada tecelli eden ilim de cevher olan İlâhî isim ve sıfatın, akıl ve hayal zemininde, oranın şartlarına sahip temsilen, arazî kimlik ve harici vücud kazanıyorlar.1 Bu ön bilgiler üzerine şu ifadeler daha iyi anlaşılacağını ümid ediyoruz: "Küçük bir âlem olan insanda kuvve-i hayaliye olduğu gibi, büyük bir insan olan âlemde dahi, bir âlem-i misal var ki, o vazifeyi görüyor. Ve hakikatlidir; kuvve-i hâfıza Levh-i Mahfuzdan haber verdiği gibi, kuvve-i hayaliye dahi âlem-i misalden haber verir."2 Peki, hayalin istikrar ve istikametle kullanımı için neye dikkat etmek gerekir Bunun cevabını Şemme Risalesi'nde buluyor ve naklediyoruz: "İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsanın bir ferdinde bir cemaat-i mükellefîn bulunur. Evet, her bir uzuv, bir şey için yaratılmıştır. O uzvu, o şeyde kullanmakla mükelleftir. Meselâ, her bir hasse için bir ibadet vardır. Onun hilâfında kullanılması dalâlettir. Meselâ, baş ile yapılan secde Allah için olursa ibadettir, gayrısı için dalâlettir.