İstibdat tekerrür ediyor (2)

Evet, Üstad Bediüzzaman, "hafif istibdad"a yaslanmış olan Mutlakıyet devri sona erinceye kadar (1908), ezâdan ezâya, cezadan cezaya, musibetten musibete sürüklendi.Aynı yılın Temmuz ayında hürriyet (II. Meşrutiyet) ilân edildi ve Meşrûtî Monarşik idareye geçilmiş oldu. Bu yeni dönemin başlarında, ilim ve medrese camiasının parlayan yıldızı olarak öne çıkan ve meydanlarda nutuk irad eden Bediüzzaman, hürriyet ve meşrûtiyete sadâkatla bağlı olanlar tarafından hararetle alkışlandı. Sultanahmet Meydanı ile Selanik'teki Hürriyet Meydanında hürriyete dair nutuklarda bulundu. Ne de olsa, çoktandır beklenen meşrûtiyet bir güneş gibi doğmuştu; ortalığı aydınlatan, herkesi ve her tarafı ısıtan bir güneş... Ama ne yazık ki, bu güneşten hoşlanmayan yarasa tabiatlı komiteler, başlarına da hamiyet maskesini geçirerek çok fenâ işleri yapmaya başladılar. Selanik dönmelerinin başını çektiği bu komite, ilk etapta fikrî muhaliflerini fâili meçhûl cinayetlerle bertaraf etmeye başladılar. Ama, bununla da yetinmeyip bir iç isyan kumpasını (31 Mart) hazırladılar. Saf askerleri ve bir kısım muhakemesiz dindarları da oyuna getirerek, ortalığı kan gölüne çevirdiler. Böylelikle, mazideki istibdadı da aratan yeni ve çok daha şiddetli bir istibdat rejiminin kurulmasına sebebiyet verdiler. Müstebitler, bu esnada Said Nursî'nin de hayatına kast ettiler ve Divan-ı Harb-i Örfide onu idamla yargıladılar. Fakat, o İlâhî inayetle kurtuldu. (Mayıs 1909) Daha sonra, haricî tehlike doğdu. Devletin, milletin başına Birinci Cihan Savaşı açıldı. Bediüzzaman da, devrin müstebit İttihatçı hükümetinin yanında-safında olarak haricî tehlikeyi defetmek için canla-başla çalışmaya koyuldu. (Başkumandan, yani padişah vekili Enver Paşanın arzu ve teklifiyle, Bediüzzaman Gönüllü Milis Alayını kurdu ve Fahrî Miralay rütbesiyle bu silâhlı birliğin başına geçti.) Savaş ortamında, cephede bir de eser telif etti, Üstad Bediüzzaman. Çatışmada esir düştü, iki buçuk yıl kadar süren esaret hayatı sonrasında İstanbul'a geldi. En büyük arzularından biri, harp esnasında telif etmiş olduğu İşarâtü'l-İ'câz isimli eserini tabetmek idi. İşte, onun bu arzusunu tahakkuk ettirmek için lâzım olan en büyük destek, o dönemin en popüler ve terfi itibariyle en tepede olan Enver Paşadan geldi. Bir "yadigâr-ı harb" olarak görülen bu eserin bütün kâğıt masrafını şahsî