Bu nasıl medeniyet târikatı

GÜNÜN TARİHİ 30 Ağustos 1925Mustafa Kemal'in önceden planlamış olduğu "İnkılâp ajandası"nda, sıra "Kıyafet inkılâbı"na gelmişti. 1925 yılı Ağustos'unda Kastamonu seyahatinde bulunduğu esnada, Halk Fırkası'nın il merkezine gelerek şu açıklamayı yaptı: "Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikatı medeniyyedir." (30 Ağustos 1925) Adı var, kendisi yok "Medeniyet tarikatı"ndan söz edildiği o dönem, yakın tarihimizdeki gelişmeler itibariyle de son derece önemli ve dikkat çekicidir. Kısacık maddeler halinde bunu şu şekilde özetlemek mümkün: 1. Pek yakında yapılacak olan "Şapka inkılâbı"nın ilk işaretleri, aynı günlerde Kastamonu'da verildi. 2. Şark Bölgelerindeki çalkantılar henüz yeni yatışmaya başlamıştı. (Nakşî tarikatı liderlerinden olan Şeyh Said ve 47 arkadaşı, aynı yılın 29 Haziran'ında Diyarbekir'de idam edildiler.) 3. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan muhalefet partisi TCF, şiddetli tazyikata mâruz kaldı ve aynı yılın ortalarında kapatıldı. 4. Van'da bulunan Üstad Bediüzzaman, aynı tarihlerde uzletgâhından alınarak Garbî Anadolu'ya sürgüne gönderildi. O devirde, bu hadiselerle bağlantılı daha başka gelişmeler de yaşandı. Özellikle medrese ve tarikat ehline karşı, tarihte benzeri görülmemiş baskılar uygulandı. Öyle ki, ortada ne bir şeyh bırakıldı, ne mürit, ne tekke, ne zaviye, ne de açık bir türbe... Hükümet marifetiyle, bütün mâbedlere karşı bir kin ve husûmet politikası güdülmeye başlandı. Husûmetkârane baskılar, zaman içinde zulüm raddesine ulaştı. 1930 yılı sonlarında yaşanan Menemen Hadisesi, esasında tam bir tertip olup, devletin kuvveti dindarların kıyımına dönüştü. Bilhassa tarikat ehli zan ve töhmet altına sokularak, onlara adeta birer cani gibi bakılmasına sebebiyet verildi. Oysa, Kubilay cinayeti, tamamen bir düzmece oyun ve önceden planlanmış bir kumpastan ibaretti. Tarikat ehli, böylesine bir baskı ve zulüm politikasına maruz bırakılırken, Isparta'da tarassut altında bulundurulan Üstad Bediüzzaman'ın da kendine has bir tarikat faaliyeti içinde bulunduğu tahmin ediliyordu. Bu ise, kanunen bir suç teşkil ediyordu. Zira, tâ 1924'ün başlarında Medreseler kapatıldığı gibi, ardından tekke ve zâviyeler de kapatılmış ve her türlü tarikat faaliyeti