Ve yılın ezileni yurttaş!

Bir yıl daha biterken kamu binalarındaki ekonomi anlatısıyla yurttaşın yaşadığı gerçek arasındaki mesafe daha da açıldı. Resmi sunumlarda "denge", "rasyonelleşme" ve "iyileşme" başlıkları öne çıkarken geniş toplum kesimleri için geriye kalan yalın ve derin bir yoksulluk oldu.

Bugün Türkiye'de çalışanların önemli bir bölümü asgari ücret ya da ona çok yakın gelirlerle yaşamaya çalışıyor. Önümüzdeki yıl için belirlenen asgari ücret tutarı ise açıklandığı gün itibarıyla açlık sınırının altında kaldı.

Bu yıl asgari ücret tespit komisyonuna katılmayan ve ülkenin en büyük işçi örgütü olan TÜRK-İŞ'e göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 30 bin liranın, yoksulluk sınırı ise 97 bin liranın üzerinde. Yani asgari ücret artık geçinmeye değil, sadece hayatta kalmaya yetiyor.

Enflasyon cephesinde de tablo değişmiyor. Devletin resmi istatistik kurumu olan ve enflasyon ölçümüne esas teşkil eden sepetiyle eleştirilen TÜİK kasım ayı için yıllık enflasyonu yüzde 31.07 olarak açıklarken akademisyenlerden oluşan ENAG aynı dönemde bu oranı yüzde 56.82 olarak hesapladı. Yurttaşın harcama sepetinde gıda, kira, ulaşım ve enerji başı çekiyor.

Büyükşehirlerde kiralar bir yıl içinde ortalama yüzde 70'e varan oranlarda arttı. Bugün 20 bin liranın altında, insanca yaşanabilecek bir konut bulmak neredeyse imkânsız. Elektrik, doğalgaz ve akaryakıt zamları ise maaş artışlarını daha cebe girmeden eritiyor.

Ortaya çıkan tablo bir yan etki değil, bilinçli bir tercihin sonucu. Türkiye'de enflasyonla mücadele, ücretleri baskılamaya dayalı bir politika olarak uygulanıyor.

Merkez Bankası raporlarında ücret artışları "enflasyonist risk" olarak tanımlanırken şirket kârları tartışma dışı bırakılıyor.

Nitekim Borsa İstanbul'da işlem gören büyük şirketler ve özellikle bankalar son iki yılda tarihsel kârlar açıkladı. Aynı dönemde ücretlerin milli gelirden aldığı pay yüzde 35.9 seviyesinde kaldı. OECD ülkelerinde bu oran ortalama yüzde 50 civarında.

EMEĞİN PAYI AZALDI

Türkiye'de büyüme var ancak emeğe düşen pay sistematik biçimde küçülüyor.

Vergi sistemi de bu adaletsizliği kalıcılaştırıyor. Vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 65'i dolaylı vergilerden oluşuyor. İşçi maaşını almadan gelir vergisi ödüyor; aldıktan sonra da ekmekten süte, elektrikten ulaşıma kadar her harcamada yüksek vergiyle karşılaşıyor. Buna karşılık servet vergisi yok denecek kadar sınırlı. Büyük sermaye için teşvikler, muafiyetler ve aflar devrede.