Yersizlik, yurtsuzluk, köksüzlük

"Sesin, kokunun, mekânın bir hafızası var. Yersizlik, yurtsuzluk ve köksüzlük. Yeni yerleşim yerleriyle bir nebze mekân sorunu çözüme ulaşacak ama köksüzlüğü nasıl çözeceğiz Telafisi olmayacak, sarıp sarmalasak bile iyileşemeyecek yaralar var."

Resmi rakamlara göre 50 binden fazla insanın hayatını kaybettiği, yaklaşık 40 bin binanın yıkıldığı, 200 binden fazla binanın ise ağır hasar aldığı 6 Şubat depreminin birinci yılında 11 ilde hayat mücadelesi veren milyonlarca depremzededen biri Şerife Güler. Adıyaman'da konteyner kentte tanıştım. Gazetecilik mezunu yani meslektaşım.

Depremin ilk aylarından itibaren yaşadıklarını bir yerel gazeteye yazmış. Yazarak iyileşirim umuduyla.

Yukarıdaki cümleleri birçok kez gittiğim çadırlarda, konteyner kentlerde yöneltilen "Nasıl normalleşeceğiz" sorusuna acı bir yanıt aslında. Güler'in adeta bir günlük gibi yazdığı satırları kimi zaman bir kara mizah gibi.

- Konteynerde yaşam gün geçtikçe zorlaşıyor. Yağışla birlikte alttan ıslanıyor, terleme yapıyor ve ısınmıyor.

- Mahremiyet alanı yok denilecek düzeyde. İki ay falan oluyor yatağı havalandırmak için konteyner arasına koydum. Gerçekten havalandı bir daha göremedim.

- Yatak ihtiyacı oluştu malum sebepten, yönetime git gel, talep oluştur, iki hafta uğraştım. Levent Kırca'nın "Olacak O Kadar" diye mizah programı vardı, karşılaştıklarımız orada izlediğimiz skeçleri aratmayacak tarzda.

- Sorunu söylüyorsun hemen yönlendiriyorlar hop bir kapı, sonra diğer sorumlu, sonra diğeri ve sonra yine diğer kişi ve son olarak ilk kişiye geliyorsun. Sonuç mu Gittiğin sebebi unutuyorsun.

Güler'in geleceğe yönelik umudu yok ama çocuğu var. Bu nedenle yaralarını kadınlarla dayanışarak sarmaya çalışıyor.

MAHZUN AMA ONURLUYUZ

İpek Aslan da bir yıl önce depremin hemen ardından gittiğim Antakya'da tanıdığım bir sivil toplum gönüllüsü ve depremzede.

Hatay Büyükşehir Belediyesi Unesco Hatay Gastronomi Evi Direktörü.

"Şubat, yüzyılın felaketi, hayatımın en kara günü diyebilirim" diyor Aslan. Hüzünle anlatıyor:

"Kentte hayat çok zor. Okullarda dersler boş geçiyor. Tek hastanede ameliyat yapılamıyor. Gençler işsiz. Kadınlar 20 metrekarelik konteynerlerde hayata tutunmaya çalışıyor. Boşanmalar patlamış durumda. Tarihi Uzunçarşı'da esnaf yıkık dökük binaların altında kâh ayakkabı dükkanı açmış kâh sebze dükkanı açmış. Ancak bu ürünleri satabilecekleri insanlar yok."

Elektrik kesintileri çok artmış. "Elektrik olmayınca konteyner buz kesiyor. Karanlık çöktüğünde korku filmini aratmayacak sokaklarda yaşam mücadelesi hiçbirimizin psikolojisini normalleştirmiyor" diyor.