İsmail Kılıçarslan

Yeni Şafak

Kalem düşmanın elinde

Önce Şirazlı Sadi'den seneler önce okuduğum ve hayal meyal hatırladığım o meşhur hikâyeyi nakledeyim. Hikâye bu ya. Adamın biri şeytanla karşılaşmış. Bakmış ki şeytanın tasvir kitaplarında anlatılan, hamam kapılarına resmedilen simasıyla uzaktan yakından alakası yok. Eli yüzü düzgün, endamı yerinde, boyu uzun, bayağı yakışıklı biriymiş şeytan. Sorm

Sizi bütün kalbiyle

Eski püskü odasında dikkate değer tek varlığı kitapları olan genç Pokrovski ölmeden hemen önce aslında deliler gibi âşık olduğu ama bir türlü açılamadığı Varvara'ya "perdeleri aç" demişti değil mi Varvara perdeleri açmış ama odadan içeriye en küçük bir ışık huzmesi bile girmemişti. Çünkü o gün şehir pustan ve sisten yapılı bir kasvet anıtı gibiydi.

Sürülmüş tarlaların operasyon çocukları

Adları da, sanları da, telegram üzerinden örgütlendikleri kanal isimleri de bende mahfuz bu operasyon çocuklarının. Reklamları olmasın diye açıktan yazmıyorum sadece. Ve evet bildiniz, mesele ırkçılık. "Irkçılık" da demeyelim aslında, doğrudan doğruya "Türk tipi bir Nazi örgütlenmesi"nden bahsedeceğim size bugün. Okuduklarınızdan mideniz bulanabili

Başı da kökü de dışarıda lanetli ırkçılar

Şundan artık eminim. Ümit Özdağ ve etrafında biriken lanetli "ırkçı" kalabalık, kesinlikle "memleketin içerisinde kalarak" hareket etmiyorlar. Ne demek bu Şu demek: Özdağ ve şürekâsı, politik kaygılarını ve hareketlenmelerini "Türkiye'nin içinde kalarak" değil, yüzde yüz eminim ki "başı dışarıda bir merkez tarafından belirlenmiş bir ajanda" ile ile

Sarı Konak'ta bir gündüz rüyasından

"-Hey gidi anasını sattığımının kasabası hey. Uzaktan bakıyoz gari. Karpuz marpuz derken düştük geldik çobanlığa. -He ya sağdıç. Sinemacı olsak, film çeksek. Nihal bana varır mı -Sine-macı olduğun zaman Nihal'i ne yapcan arkadaş Etrafında bir sürü artis olcak. -Olsun. Nihal'in hali başka." Filmin böyle dediği yerdeyim. Kalbimin acısını başka şeyler

Meslek hiyerarşisi

"Gündemin tenha olduğu bir vakitte yazarım" diyerek erteleyip durduğum bir yazı bu. Eh, Türkiye'de gündem asla tenhalaşmayacağı için bugün gözü kararttım. Efendim, konumuz "meslek hiyerarşisi" evet ama başlangıç derdimiz sıklıkla birbirine karıştırılan "eğitim" ve "öğretim" kavramları aslında. Sanayi devrimi sonrasında icat edilen ve günümüze kadar

Ebu Cehil'in torunu

Ataşehir'de bir camide içki içip bunu da sosyal medyadan paylaşan, üzerine bir de "3.200 caminin kameralarını tek tek incelesinler, zaten bulurlarsa paşa paşa karakola gider ifade veririm" diyen 18 yaşındaki S.Y.Ö, malum, sosyal medyada o fotoğrafın yaygınlaşmasının üzerinden 24 saat bile geçmeden polisler tarafından yakalandı. S.Y.Ö'nün kendisine

Keşkelerden bir orman

Nefesini yorgun bir trenin yokuş çıkarken ıhlayıp pıhlaması gibi alıp veren yaşlı adam "yaralandığım yer orası değil asıl, o görüneni" demişti ilk gün. Bu nefes ritmini o kadar benzetmiştim ki bir trene, hani birden o incecik kalkış düdüğü çalınsa koştura koştura son vagona yetişmeye çalışırdım. Oysa "bir yerden başka bir yere gidecek" durumda deği

Boynunu hafifçe yana kırarak

Önce şu cümlelerdeki asalete, şu letafete, şu söz oyunlarına bakalım: "Yılmaz Güney'in ölümünün 37. yılı. İyi bir yönetmen, iyi bir oyuncu, iyi bir senarist olmasının yanı sıra sinemamızın en iyi yürüyen erkeğiydi. Bir daha kimse onun gibi boynunu hafifçe yana kırarak hüzünle bakarken içimizin en ücra yerine dokunamadı."Murathan Mungan, vefatının 3

Ne müfredatla olur ne sistemle

Yeni eğitim-öğretim yılı başlamadan hemen önce İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği'nin (İGEDER) meslekte yeni öğretmenlere düzenlediği bir sertifika programına "eğitmen" olarak katıldım. Bu şahane projede, proje yönetmeni arkadaşların anlatmamı istedikleri mesele "eğitim-kültür ilişkisi" idi.O derste anlatmaya çabaladıklarımı burada da kayda geçir