Beni 19 yaşıma gönderen bir öykü atölyesi

Antalya güzel şehir. Her daim puslu mor dağları, kıyılarda dalgalara dirençli kayaların oluşturduğu falezleri, yeraltı dehlizleriyle, görkemli bitki örtüsüyle, turist kafilelerinin girmek için kapısında sıra bekledikleri Kaleiçi evleriyle sadece güzel değil, şiir gibi bir kent. Ayrıca her gidenin mutlaka görmesi gereken Antalya Müzesi ve görkemli ören yerleriyle cümle aleme gelip geçmiş uygarlıkların tüm sırlarını fısıldayan bir kent.Şimdi bu Antalya methiyesi nereden diyeceksiniz. Öyleyse ben de bir sırrımı ifşa edeyim. Bu ara İstanbul'da kös kös oturuyorum ve alışkanlık edindim, insanların ülkemin mavi, yeşil denizlerinde, gizli koylarında çektikleri fotolara bakıp iç geçiriyorum. "Ah" diyorum "Ah şimdi bu sulara atlamak vardı!" Temiz kalpli olmalıyım, telefonum çalıyor ve âşık olduğum falezli kıyıların en güzellerine sahip Muratpaşa Belediyesi'nden bir çağrı. Beni bu yıl 17-24 Kasım'da yedincisi gerçekleştirilen Edebiyat Günlerini kapsamında kentin gençlerine küçük bir "Öykü Atölyesi" yapmam için çağırıyorlar. Hem atölye yapacağım hem de ne olursa olsun falezlerden denize atlayacağım. Bavul yapmaya hemen başlıyorum,(Antalya Müzesi insanı büyüler.) Bavul hazır, Antalya'ya iniyorum. Atölye Türkan Şoray Kültür Merkezi'nde. Yoğunlaştırılmış bir atölye, ilk gün 34 genç insan beni karşılıyor. Ta Finike'den gelmişler. Ben hemen gençlerin yeni sevgilisi cep telefonlarını toplayıp hayat, aile, eğitim hakkında oldukça aykırı bir anlatıma başlıyorum. Yeri geliyor cep telefonlarına izin veriyorum ve hep birlikte Pink Floyd'un efsane şarkısı Another Brick in The Wall'a (Hey öğretmen çocukları rahat bırak! Hey ben duvardaki bir tuğla olmak istemiyorum!) diyerek eşlik ediyoruz. Dakikalar nasıl geçiyor bilemiyorum, herkes el kaldırıyor, herkesin bir hikâyesi var. Hep birlikte belediyenin gönderdiği öğle yemeğini yiyip atölyeye devam ediyoruz. Bu arada tuvalet aynasında kendime bakıyorum, o da ne 19 yaşımda gösteriyorum. İşin sırrı gençlerden öğrendiklerim beni gençleştirmiş. Alkışlar arasında atölyenin birinci günü tamamlanıyor. İkinci gün yeni gelen 36 genç insanla yeniden başlıyoruz. O da ne gencecik bir kız şiir kitabıyla yanıma geliyor, öteki bir hikâye kitabını bitirmek üzereymiş. Cesaretlerine şaşırıyorum, sanırım bizim zamanımızda da böyleydi ama biz şiirlerimizi, düşlerimizi kurşun kalemle saman kâğıdına yazardık, onlar direkt telefonlarına yazıyorlar. Bir dinazor olarak ben de bir tek buna itiraz ediyorum. "Kalem ve kâğıdın büyüsü başkadır" diyorum. Beni kırmamak için başlarını sallıyorlar ve atölye başlamadan onlar için hazırlanan kurşun kalem ve küçük not defterlerine usulca el uzatıyorlar. Atölye bitiyor ama onların işi bitmiyor. Şimdilerde yaşadıkları olaylardan, duyduklarından, gördüklerinden, endişelerinden, umutlarından söz eden bir hikâye yazacaklar. Yarışma var. Ödüller 17 Kasım'da 7. Edebiyat Günleri'nde verilecek. Şimdilerde ödüller üstüne epey bir tartışma var ama genç birinin ödüle ihtiyacı var! Şimdi biraz da Antalya aslında (yeni Dünya) izlenimlerime gelelim. Birincisi, pandemi sonrası insanlar işlerini uzaktan halletmeye alışmışlar. Kaldığım otelde çok rahat bir çalışma alanı vardı.