İçimiz yanıyor!
Her yaz meydana gelen orman yangınları, yaşadığımız bir trajediye dönüştü: Binlerce hektarlık ormanlık alanlar, koca bir milli servet, içlerindeki börtü böcekle birlikte gözlerimizin önünde günlerce söndürülemeden cayır cayır yanıyor. Yangınları söndürmede kamu kurumları donanımsız, yetersiz, çapsız, liyakatsiz ve çaresiz! Yangınların çoğunun, zamanında önlem alınmadığından ya da yandaş özel elektrik şirketlerine dağıtılan elektrik hatlarından kaynaklandığı ifade ediliyor. Yandaşsan, kamu kurumu yöneticisiysen bir de siyasi olarak atanmış bakansan, asla hesap vermiyorsun bu ülkede!
Üstelik yanan kimi ormanlık alanlar, bir süre sonra rant alanları oluveriyor ve buralara turistik tesisler konduruluyor. Bugünlerde, memleketin zeytinlik alanlarını ve meralarını maden sahalarına dönüştürebilmek için yapılan bir düzenleme de Meclis'te görüşülüyor. Maalesef, muhalefet partilerinin itirazlarına Meclis'te kulak veren yok. Teklifi imzalayan milletvekilleri bile konuyu tam olarak bilmiyor. Yaşanabilir bir çevreyi ve doğayı savunan sivil toplum örgütlerine, bilim insanlarına ve akademisyenlere de aldıran yok. Varsa yoksa yeni rant alanları yaratılıyor ve birileri zengin edilmeye çalışılıyor.
Şairin dediği gibi, "Diyelim ki, Biz öldük, siz kaldınız. Diyelim ki, Kurudu ormanlar, nehirler, yuvalarında kuşlar. Diyelim ki, Ateş olup küller üfürdünüz memlekete. Baktınız, Kalmamış yakacak tek bir ağaç, Sönmeyen ocak, Akacak tek damla gözyaşı. Sonra... Geçip ortasına ölümün, düğün mü kuracaksınız"... (Derya Cesur)
MİLLET DERİN YOKSULLUK İÇİNDEBirileri kamu ihalelerinden, KOİ projelerinden, Varlık Fonu ve TMSF faaliyetlerinden, rant ve lisans paylaşımlarından, yandaş kayırmacılığın himayesinde servetler biriktirirken, enflasyonu avantaja çevirirken ve faiz zengini olurken; kamu bütçesi giderek büyük açıklar veriyor, toplumun büyük çoğunluğu ise fakru zaruret içinde yaşıyor. Osmanlı'nın son dönemine atfen ünlü şairimiz Tevfik Fikret'in deyimiyle, "Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!"
Haziran ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 26 bin lirayı, yoksulluk sınırı ise 85 bin lirayı aştı. İstanbul Planlama Ajansı (İPA), İstanbul'da dört kişilik bir ailenin haziran ayındaki yaşam maliyetinin 93 bin 465 lira olduğunu açıkladı. Asgari ücret 22 bin 104 lira, yeni artışla birlikte temmuzda en düşük emekli maaşı 16 bin 881 lira oldu. Bunun anlamı, milyonlarca ücretli ve emekli açlık sınırının altında yaşıyor demektir. 12 aylık birikimli verilere göre, kredi borcunu ödememiş kişi sayısı nisan ayında 1 milyon 846 bin kişiye, kredi kartı borcunu ödememiş kişi sayısı ise 1 milyon 905 bin kişiye yükselmiş bulunuyor.
Hayat pahalılığı ve yoksulluk, dar gelirlinin, emeklinin, ücretlinin canını yakmaya devam ediyor, yüksek maliyetler ve verimsizlik ise işletmeleri batırıyor ama ne gam enflasyon oranlarımız ve işsizlik oranlarımız düşüyor ya... Her gün iflas eden, konkordato ilan eden ve yurtdışına fabrikalarını taşıyan şirket haberleri geliyor. Gerçekten de işletmeler, vatandaş ve kamu bütçesi darboğazda. Peki, buna çare üretmesi gereken siyaset kurumu nelerle meşgul