Kâinata ve Vakte Emanet Gözüyle Bakmak

İnsanoğlu esas gücün sahibini öteleyince çok cesur oluyor. Hele böyle bir zamanda!

Tutkularımız ve hırslarımızın esareti altında sahip olmak istediğimiz dünyalıklarımız yüzünden kâinata ve ömür vaktimize karşı büyük bir ihmal içerisindeyiz.

Kâinattaki her canlı varlık, insanoğlunun istifadesine sunulmak üzere yaratılmıştır. Tükenmek bilmeyen sınırsız ve sorumsuz hırs ve tutkular adına imha edilmek için değil.

Bütün yerkürede ne kadar kara parçası, denizler, nehirler, dağlar, ovalar, platolar ve benzeri yerler varsa, her biri tüketim adına, kazanç adına tahrip edilmekte.

Tamam, insanoğlu ihtiyaçlı bir varlıktır lakin ihtiyaçları sınırsız hale getirip sınırlı olan kaynakları tüketmek, üstelik adaletsizce tüketmek, sadece insana değil, kâinattaki tüm canlılara karşı bir terör hareketidir.

Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan'ın ifadesiyle, "İnsanın asıl görevi ne tabiata egemen olmak ne de tabiatın taşıdığı doğal kaynakları, endüstriyel ürünlere dönüştürmektir.

Buna rağmen insanlık, Rönesans'tan bu yana bütün gücünü, tabiatı denetim altına alma ve hiçbir değer ölçüsü tanımadan doğal kaynakları sorumsuzca tüketme yolunda harcamıştır".

Evet, malum insanoğlu doğar ve ölür. Doğum ile ölüm arasındaki ömrünü, -inananlar için- nerede nasıl geçirdiği ahirette sorulacaktır.

Demek ki, insanoğlu başıboş yaratılmamıştır. Dünyaya dair sorumluluklarımız vardır. Sorumluluklarımızı yerine getirip getirmeyeceğimizden hesaba çekileceğiz ve hesap vereceğiz demektir.

Kâinat emanet, ömrümüz emanet, taşıdığımız can emanet. Mal-mülk-eşya ve daha ne kadar varlıklarımız varsa onlar da emanettir ve emanete hıyanetin ne olduğu da bellidir.

Acı ama gerçek şu ki, pek çoğumuz bu hali bir şekilde yaşamaktayız. Ciddi şekilde garip bir savrulma halindeyiz. En büyük savrulmayı da ömür vaktinde yapmaktayız.

Vakte, yani ömrüne saygısı ve sahiplenmesi olmayan insanların ömürlerini, vakitlerini erdemli ve anlamlı işlerle geçirmesi beklenemez. Mesela bir tahlil yapalım: