Bir sabah Yavuz'un huzurunda (1)

İstanbul'da ister ikamet ister misafir halde bulunalım mutlaka kendimize ara sıra teneffüs vererek, bir müddet dünyadan öteki âleme yolculuk edelim.

Bu kısa müddetli teneffüs, eğer tamamen kendimizi dünyaya esir etmemişsek ve hâlâ içimizde ahiret dürtüsü varsa emin olun ki çok iyi gelecektir.

Geçtiğimiz hafta içinde bir dostuma; "Yavuz Sultan Selim Camii'ni, türbesini ve diğer büyükleri ziyaret edebilir miyiz" deyince yolumuzu Fatih'e uğratmıştık.

Yavuz Sultan Selim sadece Osmanlı tarihi değil, bütün bir dünya tarihinde görülmüş bir Sultan, Padişah değildir.

Sekiz yıllık kısa döneminde, Devlet-i Aliyye'yi Cihan Devleti haline getiren odur. Onun için pek çok namı vardır.

"Sahibkıran", "İskender-i Sani", "Doğunun ve Batının Sultanı", "Hâdimü'l-Haremeyn" unvanlarıyla anılmıştır.

"Sahibkıran" lakabını dil zulmü yüzünden medeniyetinden kopmuş veya koparılmış nesiller için biraz açalım: Kubbealtı Lügatinde şöyle ifade edilmektedir.

"Uğurlu olarak bilinen Zühre (Venüs) ve Müşteri (Jüpiter) yıldızlarının aynı burç ve aynı derecede oldukları kutlu zamanda doğan kimse, böyle bir zamanda tahta çıkan çok başarılı hükümdar".

Bir de tasavvuf manasına bakalım: "Dünya ve ahiret saadetine nail olan himmet eri, kutup"!

Biz insanoğlu, neredeyse her anımızı değişen duygu rüzgârlarıyla yaşarız. Neyi, nerede, ne zaman nasıl ziyaret edeceğimizi iç âlemimiz belirler.

Sabahın ilk ışıklarında Yavuz Sultan Selim Camiinin kapısından girerken, sanki yaşayan bir Sultan'ın huzuruna giriyor hissine kapıldık.

Sina Çölü'nü "göl" diye geçen Yavuz'un huzurunda olmak ve o kısa sekiz seneyi, elektrik akımı gibi düşünmek insanın başını döndürüyordu.

Selçuklu veya Osmanlı külliyeleri veya imarethaneleri, sadece Padişahların ve diğer büyüklerin camilerinden, kabirlerinden ibaret değildir.

Buralar, tarihin anlaşılması için her an okunması ve pek daha mühimi, iş ve düş dünyamızda olup bitenleri tartabilmek adına tefekkür için hazır ders ocaklarıdır.