Çok geç olmadan

Geleceğimiz ile ilgili fikir yürütmek için anketlere değil sokaklara bakmak daha sağlıklı bilgi verir. Bütün dünyada yerli ve yerel kültürleri imha eden dünyevileşme kültürü sınır tanımaz bir hızla yaygınlaşıp üzerimize çöktü. Her gün farklı mekânlarda yaşanan can yakıcı olaylar toplumsal ahlakın nasıl sınır tanımaz bir yozlaşmanın kucağına düştüğünü gösteriyor Seküler kesimin bütün "Kültür, sanat, sinema, tiyatro, film, dizi, kitap, yayın, sosyal medya ve sanal âlem içeriklerini" kullanarak kuşattığı bir toplumun geleceğini görmek için fala değil hâle bakılır Bu çivisi çıkmış gidişatın siyasal sonuçlara da yansıması kesindir. Değerin, değerlinin ve kalitenin sesi duyulmuyorsa durum vaziyet hiç iç açıcı değil. Batılılaşma çıkmazı, ülkeyi inanılmaz bir çıkmaz sokağın eşiğine getirip bıraktı. Manevi dünyasının kapılarını içe kapatıp dışarıya açık tutanlar zehirlenmenin sonuçlarına katlanırlar. Bu her zaman böyle olmuştur. Son bir asırlık süreçte hâlen ödediğimiz bedel, bu zayıf halkanın faturasıdır. Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan da her fırsatta "En çok hayıflandığım hususlardan birinin kültür alanında arzu ettiğimiz gelişmeyi gösterememek olduğunu söylüyorum. Kültür ve sanat ülkelerin işgalinde, toplumların ele geçirilmesinde görülmeyen ordular olarak kullanılmıştır. Türkiye, maruz kaldığı fiziki saldırıların daha beterini, medeniyetine yönelik olarak yaşamıştır" ifadeleri ile tehlikeye işaret etmektedir Sürekli tekrarlanan yalanlar her yaş grubundan takipçilerin gerçeği olup karşımıza çıkıyor! Kitleler 'zehir'e bağışıklık kazanıyor. Telafisi ağır ve güç bu fikrî ve ahlaki zehirlenmelere karşı durmak ancak kadim kültürün (kişi ve kurumlar aracılığı ile) genç nesillere aktarılması ile mümkün. Bir kere zehirlendi mi kurtulmanın güçlüğü üzerine Mevlâna Celaleddin Rumî'nin Mesnevi'de paylaştığı nefis bir hikâyesi var. Bir kişi üzerinden paylaştığı bu tecrübe bütün zamanlar ve toplum için geçerlidir. Mevlana der ki: "At üstünde giden akıllı bir kimse, yol kenarında ağaç gölgesinde uyuyan birisinin ağzına bir yılanın girmek üzere olduğunu gördü. Gayretle atını sürüp koştuysa da, yılanın girmesine mâni olamadı. O iş bilen akıllı kişi, uyuyan adama birkaç topuz vurdu. Yatan adam, topuzun acısından uyanınca korkup ağacın arkasına kaçıp sığındı. Ağacın altında çürümüş elmalar vardı. Atlı; 'Bu elmaları ye!' dedi. Adam topuzun korkusundan o kadar çok elma yedi ki, ağzından geri gelmeye başladı. Adamın hâline aldırmayan süvari, onu ovada koşturmaya başladı, elindeki topuzuyla o dertliyi düşe kalka rüzgâr gibi kovalıyordu. Adamın karnı tıka basa dolu olduğu hâlde koştukça düştü, yüzü ve ayakları yara içinde kaldı. Akşama kadar ağlaya ağlaya koştu. Nihâyet safrası kabardı ve kusmaya başladı, İstifra ederek; iyi, kötü ne varsa içeridekilerin hepsini çıkardı. Bu arada, o yılan da dışarı çıktı Adam ağzından