Denize bakmak...

Kıyısında oturduğum denize doğru eğiliyorum... Denize bakmak bambaşka bir serüven. Orada çünkü gökyüzü de var, dipteki dünya da... Denize bakan insan, durgun suya bakan gibi kendine tutkun bir narsist olamıyor; çünkü aksini göremiyor. Denize bakmak, ötekini sevmeye başlamak aslında... Dipteki çakılların harelenişine bakmayı sevmem bundan belki... Ve ufka; beni çağıran uzaklığa dalıp gitmem... Eski bir yazımın biraz düzeltilip kısaltılmış girişi yukarıdaki satırlar... 2006 yılından... Değerli bir okurum saklamış, geçen gün Telegram kanalıma aktardı ve beni eski günlerime götürdü. Yazım denize bakıp düşüncelere dalışımdan ibaret değil, o yüzden özellikle bir kısmını buraya aktarmak istiyorum. Hatırlarsınız... Şu sıralarda siyasete girip Trump'ın da desteğini alan Dr. Mehmet Öz o yıllarda pek gözdeydi. Gazetelerimizin hafta sonu eklerinde "bilimsel" olduğunu iddia ettiği tezleri uzun uzun tartışılırdı. Yazımın devamı şöyle... Denize bakmayı bırakıp sahildeki mindere uzanıyor ve gazetemi okumaya başlıyorum... O da ne! Doktorumuz yine bir "özdeyiş" patlatmış... "Sevgisiz insan uzun yaşamaz!" Hadi canım! Hepimiz sevmekten nasibini almadan ve hatta giderek nobranlaşarak uzun yaşamış bir sürü tanıdık sayarız... Öz'ün röportajını okuyunca anlıyorum ki, aslında bize "sevgi dolu" olmayı değil, uzun yaşamın sırlarını(!) anlatmaya çalışıyor. Tuzu kuru modern insanın ideolojisi... Araba atların önüne koşulmuş, hayatın en güzel ve özel eylemleri "araç" kılınmış, kimin umurunda! Zaten kimse sevmek falan