Ömrünü Mekke ve Medine tarihine hasretmişti

Geçen hafta kaybettiğimiz Mustafa Sabri Küçükaşcı, Türkiye'nin önde gelen İslam tarihçilerindendi. Küçükaşcı, Haremeyn'in tarihini Cahiliye döneminden alıp Osmanlı dönemine kadar getiren önemli eserlere imza atmıştı 30 yıla yakın dostluğumuz olan Mustafa Sabri Küçükaşcı, Türkiye'nin önde gelen tarihçilerindendi. Küçükaşcı, Türkiye'de çok az kişinin çalıştığı İslam tarihi alanında araştırmalar yaptı. İslamiyet'in en kutsal yerleri olan Haremeyn üzerine kitaplar kaleme aldı. İnsan olarak kelimelerin anlatmaya yetmeyeceği bir dost idi. Kimseyi kırmaz, hep olumlu düşünürdü. Peygamber âşığıydı. Peygamber sevgisinin Türk milletinin hayatında çok önemli bir yeri olduğuna inanırdı. Hayatı boyunca hep Türk milletinin daha ileri gitmesi için çalıştı. Rahmetli Haluk Dursun'un "Devletler erkân ile milletler ise edeple ayakta durur" sözünü sık sık tekrarlar, "1071'den sonra biz burada İslamiyet'in bir anlamda yeni bir yaşanma şeklini; bir adap ve erkânını ortaya koymuş milletiz" derdi. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Mustafa Sabri Küçükaşcı, öğrencileriyle. HAREMEYN'LE İLGİLİ İKİ ÖNEMLİ KİTAP Rahmetli Mustafa Sabri Küçükaşcı, hayatının önemli kısmını Mekke ve Medine tarihine hasretti. Bu alana niçin yöneldiğini şöyle anlatırdı: "Merhum Ali Ulvi Kurucu, benim yakın akrabam ve manevi büyüğüm, yetişmemde büyük katkısı olmuş bir kişi. Ben Konya'da ilk defa gördüğüm zaman 'Medine-i Münevvere'de olmak bize çok dost kazandırıyor' sözünü duymuştum. Sonraki dönemlerde de her görüştüğüm zaman mutlaka bu sözün bir fırsatta tekrarlanmış olması benim zihnimi uzunca süre meşgul etti. Fakülte yıllarından itibaren yetişmemde büyük katkısı olan ve her iki tezimde de danışmanlık yapan Mustafa Fayda Hocamın da teşvikleriyle Haremeyn Tarihi'ni çalışmaya karar verdim." Mustafa Hoca'nın "Cahiliye'den Emevilerin Sonuna Kadar Haremeyn" ve "Abbasiler'den Osmanlılar'a Mekke-Medine Tarihi" isimli kitapları Türkiye'de bu alanda yapılmış en önemli araştırmalardır. Bu iki eseriyle Haremeyn'in tarihini Cahiliye döneminden alıp Osmanlı dönemine kadar getirdi. Daha sonra Haremeyn'in Osmanlı dönemiyle ilgili araştırmalar da yaptı. Hz. Peygamber'in soyundan gelenleri ifade eden "seyyid" ve "şerif" terimleri üzerine yaptığı araştırmalarla bu terimlerin tarihi süreçte kullanımlarını inceleyip yeni bilgiler ortaya çıkardı. TÜRKLERİN PEYGAMBER SEVGİSİ Mustafa Sabri Küçükaşcı, "Türklerin dini hayatına baktığımız zaman Kuran-ı Kerim'e çok hürmet ederiz, Kâbe'ye hürmet ederiz, Peygamber Efendimize çok hürmet ederiz" derdi. Küçükaşcı, Türk milletinin peygamber sevgisini bir konuşmasında şöyle anlatmıştı: "Hz. Mevlana deyince aşk kelimesini bir araya getiriyoruz. Aslında ilahi aşk. Türk milletinde Peygamber sevgisi, İslamiyet'i kabul etmiş olan milletler içerisinde en üst seviyeye ulaşmıştır. Peygamber sevgisinin en üst seviyeye ulaşmasında ve bunun kalıcı olmasında Hz. Mevlana gibi mutasavvıfların büyük katkısı olmuştur. Türk kültür tarihi ile ilgili iki kaynağımız bulunmaktadır. Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig ve Kaşgarlı Mahmud'un Divan-u Lugat'i. Bu iki eser aslında bizim Müslüman olduktan sonra İslamiyet'i ne kadar iyi özümsediğimizi göstermesi bakımından önemlidir. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig'de hükümdara şu öğütleri de verir: 'Hizmetkârlardan başka ve beyin adamları dışında münasebette bulunacak kimseler şunlardır. Bunlardan biri, Hz. Peygamber'in neslidir. Bunlara hürmet edersen devlet ve saadete kavuşursun. Bunları pek çok ve gönülden sev. Onlara iyi bak ve yardımda bulun. Bunlar ehlibeyttir. Peygamber'in uluğudur. Ey kardeş sen de onları sevgili Peygamber için sev. Ağızlarından yakışıksız bir söz çıkmadıkça, onların içini dışını, aslını ve esasını araştırma'. Hz. Mevlana'nın içerisine baktığımız zaman, Peygamber'i sevmeyi, Ehl-i Beyt'i sevmeyi ve onlar vasıtasıyla Peygamber'in sünneti üzerinde yaşamayı öğrenmiş bulunuyoruz." EYÜP SULTAN'A KOMŞU OLDU Bütün yüreği Peygamber sevgisiyle dolu olan Küçükaşcı Hocamız, Cumhurbaşkanımızın onayıyla Eyüp Sultan'a defnedildi. Mustafa Sabri Hoca, Eyüp Sultan'a çok önem verir ve şöyle derdi: "Peygamber Efendimiz, sürekli öğreten birisi ve bunların sonraki nesillere aktarılmasını tavsiye ederdi. Ashabın Kufe'ye, Şam'a gitmesi, Ebû Eyyûb El-Ensarî'nin ta İstanbul'a kadar gelmesi, Hala Sultan'ın Kıbrıs'a gitmesi bundandır. Çünkü bir hadis-i şerifte 'Ashabımdan birisi gittiği yerde şehit olursa, hayatını kaybederse kıyamet gününde benim sancağımın altına, onun sancağı altına geleceklerdir' deniyor. Mekke Ebû Eyyûb El-Ensarî'ye Peygamberimizin sancak bağladığı, yani sancaktar, kumandan olarak görevlendirdiği tarihte yok; ama biz kıyamet gününde onun bayrağı altında toplanacağımızı düşünerek onu aynı zamanda hem mihmandar-ı nebi hem de bayraktar-ı nebi, sancaktar- ı nebi olarak isimlendirmişiz. Bu, Hz. Peygamber'le, onun hayatı ve onun sünnetiyle bütünleşmek ve onun üzerine yoğunlaşmak anlamına geliyor. Şunu söyleyelim ki Hz. Peygamber'e salât-ü selâm getirmek, aslında Hz. Peygamber'le bütünleşmek demektir. Osmanlı medeniyetinin, İstanbul'un Türkleşip İslamlaşmasının içinin doldurulmasının merkezinde sürekli olarak Halid bin Zeyd (Eyüp Sultan) yer almıştır. Burada aslolan Halid bin Zeyd değildir. Aslolan Hz. Peygamber'in kendisidir. Yani Hz. Peygamber'in kendisi Halid bin Zeyd'e en azından şunu göstermiştir hayatında. Bütün İslam medeniyetinin temeli de buna dayanmaktadır. Çünkü Müslüman'ın hayatında iman, düşünce ve eylem birlikteliği söz konusudur. Halid bin Zeyd Osmanlılara, yani İstanbul'u fethedenlere ve onların yolundan gidenlere iman, düşünce ve eylemi bir arada nasıl gerçekleştireceklerinin öncüsü olmuştur. Mesela cihat ruhunun oluşmasında, 'İlâ-yı Kelimetullah' aşkının oluşmasında İstanbul'un fethinden sonra o kadar çok etkisi olmuştur ki Osmanlılar taklid-i seyf (kılıç kuşanma) merasimlerini burada (Eyüp Sultan Camii) yapmıştır. Medine Kılıç kuşanma merasiminin ilk defa ne zaman başladığı konusunda farklı görüşler var. Ama Akşemseddin'in Fatih'e kılıç kuşandırdığı biliniyor. Daha sonraki dönemde