Sultan İkinci Mahmud haziresinin güzel insanları

Ahmet Cevdet Paşa'nın kendi eserlerinin yanı sıra, hakkında yazılan kitapları ve yayımlanan makaleleri ben de büyük bir zevkle okuyorum. Devrinin kalem erbabı tarafından büyük Osmanlı şeyhülislamı İbn-i Kemal'e benzetilen merhum hakkında -bilindiği üzere- çok yayın yapıldı. Sayısı belirsiz makalelerin yanı sıra cilt cilt eserler neşredildi. Merhumun bütün kitapları kıymetli olmakla beraber, ilk üç sırayı Mecelle, Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Cevdet alıyor. Mecelle'nin nasıl bir İslam hukuk abidesi olduğunu anlamak için Peyami Safa'nın bu konudaki yazılarıyla, merhum Prof. Dr. Ebu'l-Ula Mardin'in "Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa" isimli eserini ciddi ciddi okumak gerekiyor.Son derece sade ve akıcı bir üslupla kaleme alınan ve Hazreti Âdem'den itibaren bütün peygamberlerin, İslam halifelerinin ve İkinci Murad'a kadar Osmanlı padişahlarının tarihinden bahseden "Kısas-ı Enbiya ve Tevarihi Hulefa"nın halkımız tarafından büyük bir alaka gördüğü öteden beri biliniyor. On iki ciltlik "Tarih-i Cevdet"i, ise Osmanlı tarihinin bir devrini, tenkidi ve tahlili bir yöntemle anlattığı için büyük önem arzediyor. Merhum tarihçimizin Tezakir-i Cevdet, Maruzat, Mukaddime-i İbn-i Haldun, Kavaid-i Osmaniye, Belagat-i Osmaniye, Miyar-ı Sedat, Hilye-i Saadet gibi daha bir çok eseri bulunuyor ve bütün bu kitaplar kaynak olma özelliklerini koruyor.Yukarıda da belirttiğim üzere, bu âlim paşamız hakkındaki makaleleri muhakkak okumaya çalışıyorum. Geçen gün, Mart 1974 tarihli "Hayat Tarih Mecmuası"nın sayfalarını çevirirken Reşad Ekrem Koçu'nun "Ahmet Cevdet Paşa'ya Dair" başlıklı uzunca bir yazısıyla karşılaştım ve onu da ilgiyle okudum. Fakat Koçu'nun yazısını, "30 Mayıs 1895'de 73 yaşında vefat etti. Ölümü derin teessür uyandırdı. Şanına layık cenaze merasimi ile İkinci Mahmut Türbesi'ne defnedildi." cümleleriyle bitirdiğini görünce çok şaşırdım. Halbuki Cevdet Paşa, İkinci Mahmud türbesine değil, Fatih Camii haziresine defnedilmişti. Aslında Reşad Ekrem Koçu bunun böyle olduğunu bilir, demek ki bir zühul (dalgınlık sonucu unutma) söz konusu. Ne diyelim, bu da, bende İkinci Mahmut haziresi hakkında birkaç cümle söyleme arzusu uyandırdı. İnşallah hayra vesile olur.Efendim, İstanbul'un tarihi hazirelerinden birini de Sultan İkinci Mahmut türbesinin de içinde bulunduğu bu kabristan teşkil ediyor. Ayrıca, Abdülaziz Han'ın, Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın kabirleri de aynı türbede yer alıyor. Ayrıca, bu hükümdarların yakınlarına ait mezarlara da -keza- aynı mekanda rastlıyoruz. Unutmayalım ki, burası önceleri geniş bir bahçeydi ve Esma Sultan'ın kışlık sarayının yanı başındaydı.Haluk Şehsuvaroğlu'nun "Asırlar Boyunca İstanbul" isimli albümvari eserinden anlaşıldığına göre, Sultan İkinci Mahmud 1 Temmuz 1836'da, Çamlıca'daki Esma Sultan Sarayı'nda vefat etti. O gün İstanbul'a nakledildi ve kalabalık bir cenaze merasimiyle buradaki kabrine defnedildi. Aradan bir yıl geçince mezarının üstüne ampir üsluptaki bugünkü türbe inşa edildi. Padişahın mezarını 11 Eylül 1839 tarihinde ziyaret eden Moltke, hatıralarında şöyle diyor:"Bugün, Sultan Mahmud'un türbesini ziyaret ettim. Türbenin mevkii, Marmara ile Haliç arasında kâin (bulunan) Nuruosmaniye Camii'ne yakın denizlere ve Adalar'a hakim bir tepenin üstündedir. Allah ruhunu şad eylesin." Yukarıda da belirtildiği üzere, daha sonra Hüseyin Avni Paşa ve şürekası tarafından tahtından indirilip şehid edilen Sultan Abdülaziz de bu türbeye gömülüyor. İttihatçılar tarafından hal edilen Sultan İkinci Abdülhamid'e ait kabrin de aynı türbede bulunduğunu zaten biliyoruz. Aslında "Gök Sultan Abdülhamid Han" buraya değil de, büyük ceddi Fatih Sultan Mehmed'in yakınına defnedilmeyi istiyordu. Fakat Enver Paşa buna karşı çıkarak Fatih haziresine defnini engelliyor. Abdülhamid'in cenaze merasimini en hüzünlü sahneleriyle tarihçi Ahmet Refik Altınay'ın anlattığını da bu arada hatırlatmış olalım. Bu ünlü tarihçimizin, en beğendiğim ve en çok telif aldığım yazım dediği bu makale şu cümlelerle sona eriyor:"Cenaze, Bâb-ı Hümayun'dan çıktı. Sokaklar insandan görünmüyordu. Ayasofya önünden Sultan Mahmud Türbesi'ne kadar caddeye iki sıra asker dizilmişti. Ağaçlar, evler, pencereler, damlar kadınlarla, çoluk çocukla dolmuştu. Tramvaylar durmuştu. Tabut, acıklı ve müessir dualarla, tekbirler ve tehliller ile ilerliyordu. Cenazeyi görenler müteessir oluyorlardı. Evlerin pencereleri kadınlarla doluydu. Bir hanım hıçkırıklarını zaptedemiyor, mendili gözlerinde başını duvara dayamış ağlıyordu. Otuz dört sene hilafet makamını işgal eden Osmanlı padişahının son merasimi hürmetle ifa edildi.Allah Allah nidalarıyla tabut türbe kapısından içeri girdi. Sultan Abdülhamid, hürmet ve tekrim ile kabre indirildi. Osmanlı tarihinin