Tekbir üzerine çeşitleme

Rabbimiz'e namütenahi şükürler olsun ki, bizi bir Kurban Bayramı'na daha kavuşturdu. Bilindiği üzere bu mübarek bayramda yerine getirilmesi gereken dini görevlerden biri de "Teşrik Tekbirleri"dir. Bu tekbirleri getirmeye arefe günü sabah namazından itibaren başlanılır, bayramın dördüncü günü ikindi namazıyla beraber bitirilir. Farzların ardından tekbir getirmek her Müslümana vaciptir.Tekbir üzerine bir çeşitleme yapacağım ama önce bir mukaddime ile başlamak istiyorum.Eski kitapçıları ve sahafları çok dolaştığım için zaman zaman tuhaf kitaplarla birlikte kâğıdın yüzünü karartan "yapıt"lara da rastlıyorum. Böyle isim mi olurmuş diye tepki gösterdiğim kitaplardan biri de, ünlü Fransız yazarlarından Anatol Frans'ın bir eseridir. Adı geçen yazarın bir romanını, Hüseyin Cahit Yalçın 1937 yılında "Allahlar Susamışlardı" diye Türkçe'ye çevirmişti.Halbuki doğru tercümenin "Tanrılar Susamışlardı" olması gerekiyordu. Nitekim diğer bazı mütercimler böyle çevirmişlerdi.Eskiler, kötü tercümeleri kastederek "Mütercim katildir!" diyorlardı. Buna bir de "Mütercimin niyeti bozuk!" sözünü eklemek gerekiyor. Hemen belirtelim ki, "Allah" ism-i celili özel, güzel ve mübarek bir isim olup Cenab-ı Hak'tan başkası için asla ve kat'a kullanılamaz. "Lafzatullah" manası ve telaffuzu itibariyle muazzam ve muhteşem olduğu gibi, gramer bakımından da harikulade bir özelliğe sahiptir. Hiçbir zaman "lar" çokluk ekini alması mümkün olmayan "Allah" kelimesini parçalara ayırdığımız zaman bu mucizevi güzelliği yakından görürüz. Anlatayım: En başta bulunan ve tek başına kullanıldığı zaman da "Allah" lafzı kastedilen "Elif" dışarıda bırakılınca geride kalan "Lillah" da "Allah" demektir. Birinci "lam"ı söylemeyip "lehu" demekle yetinsek yine "Allah" kastedilmiş olur. İkinci "lam"ı da kaldırıp sadece "hu" diye telaffuz etsek yine Cenab-ı Hakk'ı anmış oluruz. Görüldüğü üzere "Lafzatullah" kelime olarak da başka hiçbir sözde bulunması mümkün olmayan harika bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla "tanrılar" diyebilirsiniz, lakin -hâşâ- "Allahlar" şeklinde asla telaffuz edemezsiniz.Efendim "Allah" kelamı en mükemmel ifadesini ve manasını Tekbir'de bulmuştur. Evet dünyada ve ukbada tek bir hakikat vardır, o da "Tekbir"dir. Allahü Ekber diyen, en büyük Allah'tır sözünü "vird-i zeban" edinen bir Müslümanın gözünde bütün mevcudat küçüldükçe küçülür. Bakınız Şinasi bu ulvi manayı ne güzel dile getirmiş: "Büyüksün İlahi, büyüksün büyük Büyüklük yanında kalır pek küçük" Mehmet Âkif de şu beytiyle aynı manevi ihtişamı terennüm ediyor: "Ne lâhûtî sadâ 'Allahüekber' sarsıyor cânı Bu bir gülbânk-ı hakdır, çok mudur inletse ekvânı!"İslam ulemasının, Tekbir'in manası ve izahı sadedinde çok önemli ve hayli fazla yazılar kaleme aldıklarını, eserler te'lif ettiklerini de bu arada belirtmiş olalım. Mesela meşhur kürsi vaizlerinden Hacı Cemal Efendi'nin 1947'de yayımladığı "Tekbir" isimli kitap bunlardan biridir. İsterseniz bu okyanustan birkaç damla olmak üzere iki kısa nakilde bulunayım.Hazreti Mevlânâ Mesnevi'sinde Tekbir'in manasını izah ederken söze şöyle başlıyor: "Tekbirin manası şudur: Ya Rabbi! Huzurunda kurbanız. Koyunu keserken 'Allahüekber' dersin ya, o geberesi nefsi keserken de bu söz söylenir. 'Allahüekber'de de, o şom nefsin başını kes. Kes de can mahvolmaktan kurtulsun. Ten, İsmail'e benzer, can Halil'e Can, bu semiz bedeni yatırıp da Tekbir getirdi mi ten kesilir. Şehvetlerden, hırslardan kurtulur. Besmeleyle kesilmiş temiz bir kurban haline gelir."Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de Tekbir'in azametini şöyle anlatıyor: "Evet, eğer namazların arkasında hususen bayram namazlarında bir anda 'Allahüekber' diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihat ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi birbirleriyle ittihat edip içtima etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir sada ile söylediği 'Allahüekber'e müsavi geldiğinden o muvahhidinin ittihadıyla bir anda 'Allahüekber' demeleri küre-i arzın büyük bir 'Allahüekber'i hükmüne geçiyor. Âdeta bayram namazlarında âlem-i İslam'ın zikir ve teşbihiyle zemin zelzele-i kübraya mazhar olup, aktar ve etrafıyla 'Allahüekber' deyip kıblesi olan Kâbe-i Mükerreme'nin samimi kalbiyle niyet edip Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle 'Allahüekber' diyerek, o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum mü'minlerin mağara misal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Bir tek 'Allahüekber' kelimesinin aks-i sadasıyla hadsiz 'Allahüekber' vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir,