Millet Kütüphanesi ve Diyarbakırlı Ali Emiri Efendi

Haberlerden öğrendiğimize, gazetelerden okuduğumuza göre millet kütüphanelerinin sayısı gittikçe artıyor. Birbirini takiben, birbirinden güzel kütüphaneler açılıyor. Tabii ki bu gelişmelerden dolayı bizim de içimiz açılıyor. Son olarak, bir millet kütüphanesinin daha Cumhurbaşkanımız tarafından Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesinde açılacağını haber aldım.Bu haberi okuyunca aklıma büyük kitabiyat bilginimiz Ali Emiri Efendi ve kütüphanesi geldi. Evet, ilk "Millet Kütüphanesi"ni yine bir Diyarbakırlı olan Ali Emiri Efendi tesis etti. Tam bir yazma eserler hazinesi olan adı geçen kütüphane merhumun aziz Türk milletine muazzam bir hediyesidir. Son zamanlarda hakkında yapılan neşriyatı ve kendisiyle ilgili toplantıları bir tarafa bırakacak olursak, merhum kütüphanecimiz yeteri kadar tanınmıyor, gereği nisbetinde bilinmiyor. Eğer bu zat bir Avrupa ülkesinde dünyaya gelmiş olsaydı, hayatı filme alınır ve hakkında ciltler dolusu kitap yazılırdı. Bu konuda ilk eseri kaleme alan Dr. Muhtar Tevfikoğlu da aynı vefasızlığı, aynı ilgisizliği "sunuş" yazısında dile getiriyor ve garip bir örnek veriyor. Şöyle ki:Dr. Muhtar Tevfikoğlu'nun dört yıl süreyle görev yaptığı Diyarbakır'da bir gün, "Ali Emiri" adını taşıyan okullardan birinin müdürü ziyaretine geliyor. Muhtar Bey bu zat hakkında kitaplık çapta bir çalışma yaptığı ve bunları daha önce bir dergide yayımladığı halde, belki konuyla ilgili başka bilgilere ulaşırım düşüncesiyle kendisine bir soru yöneltiyor. Soru şudur: "Kim bu Ali Emiri Efendi Onun hakkında bildiklerinizi lütfen anlatır mısınız" Ali Emiri Okulunun müdüründen "Vallahi, pek bir şey bilmiyorum. Galiba eşraftan biri olacak" cevabını alınca Dr. Muhtar Tevfikoğlu büyük bir şaşkınlık yaşıyor ve şu cümleleri kullanmaktan kendini alamıyor:"O günden sonra merak edip her meslekten ve her seviyeden pek çok kişiye aynı suali sormuş, fakat hiç birinden doğru dürüst bir karşılık alamamıştım. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen değişen bir şey var mı Bana kalırsa yok. Bugün de durumun eskisinden pek farklı olduğunu sanmıyorum."Bakınız, bir benzerini de ben anlatayım. Yaklaşık on yıl önceydi. Bir gün öğrencilere yönelik sohbet yapmak üzere beni Beykoz'daki bir okula davet ettiler. Gittim. "Prof. Dr. Fatin Gökmen Okulu"nda bir konuşma yaptım. Program bitince öğrencilere, okulunuza adını veren Fatin Gökmen kimdir sorusunu yönelttim. Kimseden ses çıkmadı. Derken bir öğrenci parmak kaldırıp, "Hocam, galiba bu okulu yapan bir mütayit!" dedi. Büyük matematik ve astronomi bilgini, Kandilli Rasathanesi'nin kurucusu ve değerli şairimiz Mehmet Âkif'in aziz dostu Prof. Dr. Fatin Gökmen'i hiç birinin tanımadığı böylece ortaya çıkmış oldu.Bu vahamet tablosu ne yazık ki tarihi şahsiyetlerin isimlerinin verildiği bir çok eğitim kurumunda asılı duruyor. Muhteşem binalar ve lüks malzeme cehaletin giderilmesinde etkili olamıyor. Bir zamanlar pek de âdetim olmadığı halde böyle değerli şahsiyetlerin isimleriyle süslenen mekteplerde, onları gençlerimize tanıtmak maksadıyla müracaatta bulunmuştum. Bu konudaki eksikliği çok iyi biliyordum, fakat olumsuz cevap alacağımı bilmiyordum. Milli Eğitim camiamızın yetkilileri ipe un serdiler, tabii ki un ipte durmadı, dolayısıyla hamur yoğurulup ekmek yapılamadı.Sadede geleyim. 1-23 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilmesine karar verilen "Kültür ve Turizm Bakanlığı Beyoğlu Kültür Yolu Festivali" kapsamında ben de Diyarbakır'a davet edildim ve Ahmed Ârif Kütüphanesinde dilimin döndüğü kadarıyla bu büyük kitap bilginini anlatmaya çalıştım. Ona olan muhabbetimi dile getirdim. Çoğunu gençlerin oluşturduğu seçkin bir kitle merakla ve heyecanla dinleme lütfunda bulundu. Ayrıca Kültür Bakanlığı'ndan ve Kütüphaneler Genel Müdürlüğü'nden gelen dostlarla da bu vesileyle ülfet ve ünsiyet tazeleme imkânını bulduk. Kültür ve Turizm Bakanı Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan'la da yine bu program vesilesiyle