"Militanlaştırılan yargı"yla siyasî operasyonlar

İktidar partisinin "devletleştiği", devletin "partileştiği" "tek kişilik hükûmet"te temel hak ve hürriyetlere karşı bir "giyotin" gibi kullanılan "15 Temmuz yargısı"yla hukukun biçilmesine devam ediliyor.

"Demokratikleşme" bir yana, kapalı "ucûbe otoriter rejim" daha daha da katmerleşirken, Saray iktidarı, sırf siyasî ikbali uğruna dayattığı operasyon fırtınasıyla topyekûn muhalefeti terörle ve yolsuzluklarla "irtibatlı-iltisaklı" iftirasıyla kriminalize ederek "teslim" alma komploları kuruyor.

Savcılıklardan "temiz kâğıdı" alıp esasen bir yüksek yargı organı olan Yüksek Seçim Kurulu'nun onayıyla girdikleri seçimlerden halkın irâdesiyle seçilmiş belediye başkanları "tepeden" yargıya müdahaleyle görevden alınıp hiçbir mahkeme kararı olmadan yerlerine "atanmış kayyımlar" görevlendiriliyor

Üzerinden on iki yıl geçen demokratik eylemlere katılanlar, "terör örgütü üyeliği"nden derdest edilirken, gazeteciler, sendikacılar, akademisyenler sırf iktidardakilerin hoşuna gitmeyen görüşlerinden dolayı yıllar sonra gözaltına alınıp tutuklanıyor. Yargının bağımsızlığının olmamasından ve devlet kurumlarının çöküşünden yakınan sivil toplumun temsilcilerine, "gerçeğe aykırı bilgiyi yaymak"tan soruşturmalar açılıyor...

"YARGIYA PARMAK SALLAMAK!"

Mâlum Cumhurbaşkanı ile ilgili bakanların "yargı kararlarını tanımıyorum, saygı da duymuyorum ve uymuyorum!" çıkışlarıyla, millet irâdesinin temsilcisi Meclis'in kararıyla Anayasada taahhüd altına alınan "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararlarına uymama" telkinleriyle, yerel mahkemelere "Anayasa Mahkemesi'ni tanımama" direktifleriyle yargı yürütmenin emrine sokulup "siyasetin sopası" haline getirildi.

Yürütme"yi temsil eden partili Cumhurbaşkanı ile Adalet Bakanı'nın bir yandan "Türkiye hukuk devletidir" deyip diğer yandan "her fırsatta "yargıya gerekli tâlimatı verdik", "yargı gereğini yapacak" çelişkili ifşaatlarıyla yargı "resmen" vesâyet altına alındı.

Özetle, "İktidar cephesi", "kayyım" atamalarında olduğu gibi hukuksuzluklarla muallel siyasî operasyonlarla seçimde alamadığını yargıyla elde etmeye yelteniyor. "Siyasallaştırılan" yargı, siyasî rakiplerine karşı bir "saldırı aracı" hâline getirilerek politik rantta hoyratça su-i istimalle mahkemelere parmak sallanırken, "yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığı"nı savunmak "yargıya müdahale" olarak çarpıtılıyor.

Sıradanlaşan zulme, haksızlıklara karşı hukuka saygıya davete; hukukun ayaklar altına alınmasına, mahkemelere tahakküme yapılan ikazlar yine "yargının istimali"yle cezalandırılarak, ifade hürriyetine ters kelepçe vuruluyor. Ayyuka çıkan yolsuzluklara, hırsızlıklara, millet malını yandaşlara peşkeşe, ihaleye fesad karıştırmaya, yandaşları partizanca kayırmaya dikkat çekilmesi "suç" olarak propaganda ediliyor.

Ekonominin çöküşünde "Türkiye büyüyor, ekonomi iyiye gidiyor" uydurmasına; sürekli tahriklerle ateşlenip alevlendirilen kamplaştırmalarla, kutuplaştırmalarla toplumda barışın dinamitlenmesinden dış politikaya, eğitimden sağlığa, tarımdan sanayiye her alanda açığa çıkan fiyaskonun yorumlanmasına tehditler savruluyor.

Bu yüzden "hibrit-melez demokrasi"den "otoriter ülkeler" arasına düşen Türkiye "hukukun üstünlüğü endeksi"nde 142 ülke arasında 112., "basın ve ifade özgürlüğü"nde 180 ülke arasında 158. sırada Nijerya, Angola, Zimbabve gibi kargaşa ve kaos girdabındaki Orta Afrika ülkeleri kategorisine geriliyor.