Müslümanlar Neşesini Nasıl Kaybetti

Adam yaşlı bir yazardı. Büyük maceralar yaşamış, alkışı ve ihaneti görmüş, bir dağ başına, uzağa, uzlete çekilmiş, bakıcısı Roman kızıyla birlikte bir kartal yuvasını andıran malikanesine yerleşmişti. Yazar kötürümdü. Tekerlekli sandalyede yaşıyordu. Olgun yaşlarında motosiklete ilgi duymuş, motorcu olmuştu. Çok severdi başını alıp gitmeyi. Bilinmedik diyarlara sürerdi motorunu. Bütün ülkeyi gezmiş, Avrupa yollarını da tozutmuştu. Ama işte en son sarhoş bir kamyon sürücüsünün üstüne çıkmasıyla ölümden zor dönmüş, ayaklarını kaybetmişti. Bacakları vardı ama artık sadece bir et peltesiydi... Yazarın kitapları çok satmış onu geç yaşlarında zengin etmişti. Yıllarca bir şirkette çalıştıktan sonra istifa etmiş ve kitap yazmaya başlamıştı. Aslında iyi para kazanan bir yöneticiydi. Onun bu kopuşuna alışamayan karısı kocam delirdi diyerek çocuğu da alıp evi terk etti. Eski çevresinden de koptu hâliyle. Fakat işler yolunda gidip kitapları çok satınca eskiler yeniden onu aradılar ama bizimki ikiyüzlü eski dostlara geri dönmedi. Bundan böyle başka bir hayat yaşayacaktı. Geçmiş sanki bir başkasının hayatı kadar gerilerde kalmıştı. Kitapları listelerde hep birinci sıradaydı. Ama motor tutkusu ona böyle bir şey yaşatmıştı işte. Tam her şey istediği gibi giderken, tam istediğim hayatı buldum derken... Yazar, kazadan sonra daha bir inanca sığınmıştı. Uzun süren fizyoterapistler, doktorlar cenderesinden sonra bacaklarının kurtulamayacağı anlaşılınca şehirden uzak bir orman köyünde, tepe üstündeki bu villayı satın almış, oraya yerleşmişti. Kocası hapishanede ölmüş tatlı bir Roman kızı bakıcılığını üstlendi. Bakıcıyı saz aşığı bir dostu önermişti. "Namuslu kadındır, yatalak insanlara bakıyor, sana hayda hayda bakar." Kız bir de kitap sever çıkınca yazar onu kabullendi. Sabah kahvaltılarını evin verandasında, yemyeşil vadiye, tarlalara, korulara ve biraz ileride naz ile akan dereye bakarak yapıyorlardı. Bu kazadan sonra yazar 'Müslümanlar Neşesini Nasıl Kaybetti' diye bir kitaba başlamıştı... Savaşsız Müslüman coğrafyaları motoruyla gezmişti. Neler olup bittiğini görmüştü. Nasıl kuru ve sası bir dil kurulduğunu gözlemlemişti. Yüzeysellik, estetik yoksunluğu ve gösterişçi kabalık bir tür samimiyet olarak kabul görmüştü. Bunun paçozluk olduğu biliniyordu. Müslümanlar artık kapitalist sistemin kavramlarıyla konuşuyorlardı. Yapay kentlerde rezidanslar. Araba markaları ve hangi batı şehrinde ne kadar vakit geçirdikleriyle ilgiliydiler. En mühimi de kim daha iyi İngilizce konuşuyor üstüne yarışma programları vardı. Birinciye yeşil kart veriliyordu.