Türkiye'nin ruhunu aramak...

Bu konuya kafa yoran az sayıda edebiyatçımız, yazarımız var. Bunlardan birisi de Kemal Tahir. Türkiye'nin hikayesi üzerine 100. Yıl ekseninde yeniden düşünürken teknik başarı hikayelerinin içinde bu sahayı ihmal ettiğimizi düşünüyorum. Oysa bu sahayı ihmal edersek varoluşumuzun bir tarafı eksik kalır. Bunun da devletin değil aydınların görevi olduğunun altını çizerek ne kast ettiğimi kıymetli edebiyat tarihçilerimizden Kurtuluş Kayalı'nın Kemal Tahir üzerine yazdığı kitaptan alıntılarla izah etmek istiyorum.Kurtuluş Kayalı Cumhuriyet sonrası politik tarihi edebiyat üzerinden yorumlar. Kayalı'nın "Türkiye'nin Ruhunu Aramak " isimli kitabı da böyledir. Bu kitap bir yazar tahlili olmanın ötesinde, yazarın dünyasından zihniyetine geçişlerle yaptığı analizlerle çok kıymetli. Kitapta Kemal Tahir ile Dostoyevski karşılaştırılır. Dostoyevski, Sibirya sürgünü sırasında, bir Rus aydını olarak kendi köklerinden ayrı düşmüş olmasını sorgulamaya başlar. Kendisinin ve Rus aydınlarının düşünsel ızdırabını binlerce sayfada anlatır. Karamazov Kardeşler'de insanlığın sorunlarının kataloğunu tutar. Büyük Engizitör hikayesinde onu Batı'nın insanlığa önerdiği çıkmaz yolun temsilcisi olarak kabul eder. Roma imparatorlarından papalara, tuzu kuru sosyalistlere kadar bütün Batı çözümlerinin vaizlerini bu karakterde birleştirir. Rus ruhunun dünyaya söyleyeceği söz ise Rus sosyalizmidir.Kemal Tahir de benzer şekilde sorgulamaya hapishanede başlar. Batı Marksizm'i kalıplarına sığmayan Türk insanını anlamaya ve Türk toplumunun dünyaya söyleyeceği sözün ne olabileceğini keşfetmeye çalışır. Gelecekte oynayacağı rolü arar. Osmanlı'nın geçmişte yüklendiği görevin terk edilmesinden doğan dramın peşine düşer ve tüm romanlarını; devlet kadrolarının dramı ve bu dramın köye ve sıradan halka yansıması şeklinde iki çizgide tasarlar. Kayalı diyor ki: "İki yazar da halkta bir cevher arasalar da insanlığı bütünüyle yücelten sahtekâr bir hümanizmle, ahlaki sorunu önemsizleştiren kaba determinizmi eleştirmişlerdir. Her iki yazarın da Batılılaşmış aydınlara özüne dönme çağrısı vardır. Her iki toplum birçok noktada farklı olsa da Batılılaşma süreçleri benzer. Tanzimat sonrası Osmanlı Batıcılaşması ve Petro reformlarında ortak olan devletin reform sürecine halkı dahile etmemiş olmasıdır. Reform yoluyla Batıya benzeme öncelikle devleti kurtarmanın ya da güçlendirmenin bir yolu olarak görüldüğü için toplum yapısı değiştirileme-miştir. Batıcılaşan ve kendi özünden uzaklaşan devlet ve aydınlardır, halk ise aynı kalır. Bu süreçte modern devlet örgütlenmesinin temelini oluşturan bürokratik aydınlar kültür olarak halktan farklılaşmakla kalmayıp, reformların muazzam maliyetini halkın sırtına yükleyerek aradaki uçurumu açmışlardır." Bu yazıyı okurken bugün Cumhuriyet'ten 100 yıl, Tanzimat'tan neredeyse 200 yıl sonra yapılmakta olanın arayı kapatma