"İyi bir gün" diye diye

Yarına dair hesaplarımız o kadar çok ki saymakla bitmez. Bu hesaplar uhrevî olsa, âhiret hesabına yapılsa, eyvallah. Ne kadar iyi olur. Olması gereken de zaten o değil mi

Ama, kastettiğimiz mesele bu değil.

Kendi anlayış tarzımız yahut kendimizin de içinde bulunduğu günlük hayat; hayat içindeki rutin davranış ve anlayış biçimimiz farkın da olsak da olmasak da, bizi sıkıntıya sokabiliyor.

Sıkıntıdan da öte, âdeta cendereye koyup yaşamayı zorlaştırıyor. Mesela:

"İyi bir günde giyerim" düşüncesiyle iyi bir elbiseyi, iyi bir gömleği, iyi bir kravatı; bunların altına giymek niyetiyle, iyi bir ayakkabıyı kullanmaz, bir kenarda tutarız.

İyi bir ev eşyasını, evimize gelecek olan misafirlerimiz, yani başkası için alır, hazırlarız.

İyi bir mutfak eşyası da öyle.

Tabağın çanağın, çatalın kaşığın, bardağın iyisini misafir için, yani başkası için dolaplarımızda, çekmecelerimizde hazır bulundururuz.

Vitrindekiler ise bu hesabın dışında.

Eskiden, imkânlarımızın kıt olduğu o günlerde, misafirlerimizi kabul etmek için evlerimizde karınca kararınca "misafir odası" olur, misafir gelinceye kadar kapısı daima kapalı dururdu. Odayı, oradaki eşyayı hane halkı kullanmazdı, sanki "cıs" gibi. İyi de, misafirin ne zaman geleceği meçhul.

Misafirlerimize can kurban. Onlar için olabilecek her şeyi yapar, izzetüikramla, onları memnun etmek isteriz elbet. Ne var ki, kendimizin de bir misafir olduğumuzu hiç hatırımıza getirmeyiz ne hikmetse.

Dolayısıyla hep başkası için, başkası için...

İyi olan şeyler, bize memnu mu

Ya, o nadide şeyleri kullanmak bize nasip olmazsa!

Zira arkanda kalacaklar, senden sonra tarumar...

Demek ki en iyi şeylerimizi kullanacağımız en iyi gün, bugün.

Demek ki, en iyi şeyleri yiyip içip meşru dairede, helâl nimetlerden tat alacağımız gün, bulunduğumuz gün.