Bu ince sırrı kavrayabilsek!

Çağımızın tahkik ehli olmayan Müslümanını şaşırtan sosyal hadiselerden birisi şudur: "Bir Müslümanın bütün halleri Müslüman olmak lâzım gelmediği gibi, kâfirin de bütün halleri kâfir olmak lâzım gelmez." (Sünuhât, s. 40.)Bu hakikat ve prensip kabul edilmezse sair insanlar ötekileştirilir, fikir alışverişi, dayanışma ve yardımlaşmanın kökü kesilir. Mesela, adam ateist, gayr-i müslimdir, ama, hürriyetçi, demokrat, adil, hakperest, sanatkar veya benzer güzel sıfatları olabilir. İşte AB, "kurumsal" olarak da hak, hürriyet, adalet, sulhbarış ve medeniyet projesi olarak pratik hayata geçirilmiştir. Hak ve adalet arayışında onlara müracaat ediyoruz. (Tabii ki, 1. Avrupa!) Bu ölçü bilinmediğinden gayr-i müslimlerin ilmi, teknolojik ve sosyal bütün güzelliklerine itiraz edildi ve kesb-i medeniyette geri kalındı! İşte İslam aleminin hal-i pür melali. Şeriat, yani Kur'an ve Sünnet-i Seniyye bizi gayr-i müslimlerin ilim, teknoloji, sanat ve sair güzel gelişmelerini almaya izin vermenin ötesinde teşvik eder: Nitekim Hz. Peygamber (asm) "Hikmet, mü'minin yitiğidir. Nerede bulursa onu almaya en layık olan odur." (Tirmizi, İlm 19) demiştir. Aklın, mantığın, ilmin, araştırmanın, delil ve belgelere dayanarak konuşmanın emrini veren İslamiyet hiç doğmatik, mutaassıp, gelişmelere kapalı olabilir mi "Bir Müslümanın bütün halleri Müslüman olmak lâzım gelmediği" şu sualin cevabından da anlaşılıyor: "Bazı nâs, senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a'mâl ve etvârı pis tefsir ediliyor. Zira bazı Ramazan'ı yer, rakı içer, namazı terk eder.