İki değil dört çatlak

Dünkü Yeni Asya'da manşetten verilen "Dış Politikada İki Çatlak daha" başlıklı haberi okudunuz.Özeti de şöyle: "Tek adam rejiminin dış politikası İsrail, Mısır, BAE ve Suud'da keskin U dönüşlü manevralarına yeni çelişkiler ekleyerek devam ediyor." Gerçekten ilginç şeyler oluyor. Birkaç gün önce "AKP'li dostlar MHP iktidarına ne der" başlıklı yazımızda iktisadî iktidarın AKP'de ama ideolojik iktidarın MHP'nin elinde olduğunu yazmıştık. Dış politikanın kimin elinde olduğu konusunda ise tam bir şüphe var. Öyle ya... Erdoğan "İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya katılmalarına olumlu bakmamız mümkün değil" diyor. Sonra Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, "Söz konusu ülkelere NATO'nun kapılarını kapatmadıklarını, ancak ulusal güvenlik meseleleriyle ilgili olarak müzakerelerde bulunmak istediklerini" söylüyor. "Müzakere" hoş söz. Ama Erdoğan ve Kalın'ın bundan ne anladığı önemli. Mesela birbirleriyle "müzakere ederek" konuşabiliyorlar mı Yoksa makamda "evet efendim" dışarıda "... efendim" mi Üçüncü ve dördüncü misal de tam oturuyor. AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan "Birleşik Arap Emirlikleri baktı ki Türkiye'ye diz çöktüremiyor, teslim oldu" diyor. Parti Sözcüsü Ömer Çelik o cümleler için "Partimizin görüşlerini yansıtmıyor" diyor. (Hatta Özkan'ın bu sebeple istifasının istendiği ama direndiği öne sürülmüş). Bunları "çok seslilik" olarak yorumlamak da mümkün olabilir. Ama öyle sayılması için bunların kamuya açık ya da kapalı "müzakere ortamlarında" söylenmiş olması gerekirdi. Zira müzakere kültürü ve çok seslilik karardan öncesi içindir. Herkes fikrini söyler. Barika-i hakikat ortaya çıkar ve karara dönüşür. Sonra icracı olan herkes onun ardından gider. İcraat tek gibi ama gerekçe çok sayıda ve farklı farklı ise, bu durum, ortada hakikat berklerinin olmadığını gösterir. Her yeri aydınlatan hakikat şimşekleri yerine herkesin kendi kafa fenerine tabi olduğunu gösterir. Kafa feneri ise ortak aklın göstereceği her şeyi