Yeniden tarihin öznesi olmak

Haftalardır işgalci Siyonist rejimin Gazze-Filistin'de gerçekleştirdiği tarihin en vahşi katliamı karşısında İslam âleminin birlik olmak ve acilen bir İslam Ordusu kurmaktan başka çaresi olmadığını yazıyoruz Uzun süredir tarih sahnesinin geri planında sürgün tutulan Müslümanların bugün potansiyel birlik imkanları, dinamizmi ve canlılığıyla yeniden tarihin öznesi haline gelebileceğini;ümmet geleneğini unutturarak Batı tipi yaşam biçimini ve parçalayıcı ulusçuluğu yerleştirme planına hizmet eden laiklik aldatmacasının da miadının dolmasıyla artık bir uyanışdiriliş sürecine girdiğimizi tekrar hatırlatıyoruz

"Ruhunu değiştir, tarihin değişir"der Malik Binnebi; İslam âleminin dirilişinin ve yeniden tarihe yön veren bir aktör haline gelebilmesinin ancak deruni bir değişimle mümkün olabileceğini vurgular. Ona göre, ümmetin dirilişi, Kur'ân'ın vazettiği şu ulvi yasanın uygulama planına konmasıyla gerçekleşecektir: "Bir toplum kendi özününefsini değiştirmeden Allah onların hâlini değiştirmez." (Ra'd, 1311)

Binnebi, bu değişimin ilk adımının, "İslâmiyet'i Müslümanlara yeniden öğretmek" olduğunu söyler; 'zira Müslüman halklar, yıllarca müstemleke dönemlerinin derin travmatik izlerini taşıdılar ve uzun süre sömürge yönetimi altında kalmanın düşünce ve duygularında oluşturduğu kimlik sorunlarını yaşadılar'.

19-20. yüzyılda Müslüman dünya, bir yandan bu aşağılayıcı müstemleke zincirlerini kırmaya çalışırken, öbür yandan da diriltici ihyâ ve tecdîd çabalarını aralıksız olarak sürdürme gereği duydu. İhya ve tecdid öncüleri ısrarla İslâm'ın aynı dinamik ve evrensel karakterine vurgu yaptılar: Tevhîd ve Vahdet! Evet, ihyâ ve tecdîd hareketleri İslâm dünyasında tevhidî duyarlılığı ve ümmet bilincini hep diri tuttular. Aslî kaynaklara ve öze dönüşü savunurken de vahyin ilkelerini asrın idrakine sunmayı ihmal etmediler.

Bu bağlamda, İslâm'ın dinamizmini korumasını sağlayan ictihad kurumuna (fıkh'a) dikkat çeken mütefekkir Said Halim Paşa şu tespiti yapar: "Fıkıh sayesindedir ki İslâm dünyası, aradan yüzyıllar geçmiş, yabancı egemenliği altında binlerce değişimin saldırısına uğramışken, hâlâ kendiİslâmî anlayışlarını, İslâmî ilkelerini, geleneklerini, kendi ruhlarını ve ideallerini bütün temizlik ve saflığıyla muhafaza ediyor. Onun sayesindedir ki, onarılması ve giderilmesi mümkün olmayan bir ahlaki ve toplumsal çöküşe hiçbir zaman kendini kaptırmıyor." (İslam ve Batıda Siyasal Kurumlar, s.44)

Diyor ki: 'Batı dünyası için "Her yol Roma'ya gider"se, İslam âlemi için de "Her yol Mekke'ye gider".'

Bu yol ayırımı, Halil Cibran'ın "Medeniyet diye isimlendirilen iri yapı"yadair ifadeleriyle belirginleşiyor: "Senin Batı'da ilerleme olarak saydığın şey, sadece asılsız bir yanılsamanın görüntülerinden biridir: Riyâ manikür yaptırsa da riyadır; () yalan ipek giyse, saraylarda otursa da doğru'ya dönüşmez; hile trene binse, balona binse de doğruluk haline gelmez; açgözlülük mesafeleri ölçse, 'unsurları' tartsa da