Tevhid vahdeti gerektirir

Allah'ın birliğine iman etmek (tevhid) müminler arasında sağlam bir birliğe (vahdet) vücut verir. Ama "Müslüman" üst kimliği altında birleşmesi gereken İslam ümmeti, bugün -Gazze ve Kudüs için- her zamankinden daha fazla birliğe muhtaçken neden paramparça.. Hatırlayıp düşünelim:

İslâmiyet, üç çeyrek asırda Atlas okyanusundan Çin'e kadar egemen olduğu coğrafyada yepyeni bir hayat tarzı ve medeniyet inşa etmiş; "tevhîd dini" olarak her alanda birliği gerçekleştirmişti

Evet, İslâmiyet tevhîd ve vahdet dinidir: Allah'ın aşkınlığı ve birliğiİslâm'ın temel esasıdır: "Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı, muhakkak göklerin ve yerin düzeni bozulurdu." (Enbiya, 2122) İslam'ın aşkınlıktan sonra ikinci esası ümmet'tir: Birlik dini İslam, bölücü kavimulus anlayışına karşın, birleştirici ümmet anlayışını getirmiştir. Kur'ân, müminleri "Allah'ın ipi"ne sarılmaya (Âl-i İmran, 3103) ve "iyiliği emredip kötülüğü engelleyen hayırlı bir ümmet" (3104,110) olmaya çağırır.

İslâm'ın bütün ibadetleri birlik, kardeşlik ve dayanışmayı içerir. Bir tevhîd eylemi olan namazla, günde beş kez, dünyanın her köşesinde, aynı anda aynı kıbleye dönen milyonlarca müminin kalbi birlikte çarpar. Allah'ın verdiği nimetleri Allah için harcayarak arınmayı amaçlayan zekât kurumu gelir dağılımındaki dengesizliği asgariye indirerek birlik ve dayanışmayı sağlar. Sırf Allah için tutulan oruç, bir nefis terbiyesi olarak Ramazan ayında tüm müminlerin merhamet, sabır ve yardımlaşma duygularını harekete geçirir. Bütün renklerin ve kültürlerin harman olduğu hac ibadeti, aynı eksen (Kâbe) etrafında coşkuyla dönen müminleri büyük bir ümmetin parçası olma bilincine erdirdiği gibi, yıllık müşavere toplantısıdır da

Resulullah'ın (s.a) Medine'de kurduğu örnek topluma yön veren temel esasları Roger Garaudy şöyle özetler: "Ekonomi planında: Tek sahip Allah'tır.Siyaset planında: Tek hükmeden Allah'tır.Kültür planında: Tek bilen Allah'tır." Bu ilkeler, Allah'tan başka ilâh ve rab tanımayan, özgür, üretken, katılımcı, paylaşımcı, adil, muvahhid ve müttehid bir "model toplum"a, İslâm ümmetine vücut vermiştir.

Sonraki nesillere yüzyıllar boyu model olan Asr-ı Saadet toplumu, Dört Halife devrinde dinamizmini ve vahdetini korudu ise de Sıffin savaşıyla rüşdünü yitirmeye başladı ve bölünme sürecine girdi. Ancak, bazı iç sorunlara rağmen, tek bir devlet çatısı altında medeniyet planında göz kamaştırıcı ürünler ortaya koyan İslam toplumu, bölünmüşlüğüne rağmen, hem ilmi ve kültürel üretkenliğini sürdürdü hem de ümmet bilinci ve hilafet kurumunun da etkisiyle İslâm birliği idealini diri tuttu.

Bernard Lewis'in vurguladığı gibi, yaklaşık 13 yüzyıllık varlığı boyunca hilafet, birçok iniş-çıkış yaşadı ama Müslümanların birliğinin güçlü bir sembolü, hatta kimliği olarak hep ayakta kaldı.