Hutbe-i Şamiye'nin irâd târîhi ve mahiyeti

Bediüzzaman'ın Hayatı'ndan Tesbitler-166Bediüzzaman Hazretleri, İslâm Âlemi'nin pek büyük içtimâî bir dersi olan Emevi Camii'inde hutbesini okur ve kısa süre sonra Şam'dan ayrılır. Hutbe-i Şamiyye'nin îrâd tarihi kesin olarak bilinemiyor, ancak Bediüzzaman'ın hayatından bazı karşılaştırmalar ile meseleye yaklaşılabilir. Bu konuda yapılan çalışmalardan istifade ederek hutbenin îrâd târîhi noktasında bazı bilgileri takip edelim inşâallah. Hutbenin Îrâd Târîhi: 1- Öncelikle 1920 (1336-1338) basımı Sünûhât'a dercedilen El-Hutbetü'ş-Şâmiyye'nin takdîminde Hicrî1329 tarihi veriliyor. 1329 Hicrî, 2 Ocak 1911'de başlıyor. 2- İnebolulu Ahmet Nazif ve arkadaşları tarafından teksir edilen Üstâd tashihli Türkçe Tercümenin başındaki Mukaddemede Rumî1327: "(...) doğrudan doğruya, 1327'ye bedel 1371'de ve Câmi-i Emevî yerine âlem-i İslâm câmiinde, üçyüzyetmiş milyon bir cemâate hakîkatli ve tâze bir ders-i ictimaî ve İslâmîdir diye, tercümesini neşretmek zamânıdır tahmîn ederim." 1 1327 Rûmî, 14 Mart 1911'de başlıyor. Hutbe bu tarihten evvel olamaz. Küçük birâderi Adülmecîd tarafından 1952'de Türkce'den Arabca'ya tercüme edilen "El-Hutbetü'ş-Şâmiyye" kapağında te'lîf târîhi 1326 gösterilmişse de vâkıa mutâbık görünmüyor. 3- Hutbe îrâdından sonra Sultan Mehmed Reşâd'ın 5 Hazîran 1911'de başlayan Rumeli seyâhatine iştirâk ettiğine göre her hâlde en geç Mayıs'ın ilk yarısında Şam'dan ayrılmış olmalıdır. Bu tesbitlere göre Hutbe îrâdı; 1911 Mart ortalarından îtibâren iki aylık süre içerisinde olmuştur denilebilir. O sıralarda Yaşı: Bedîüzzamân'ın doğum târîhi 5 Ocak 1878 ile 12 Mart 1878 arasındaki 67 günlük sürede olduğuna göre, o günlerde 33 yaşını doldurmuş olup 34. yaşının başlarındadır.2 Bu hutbenin Arapça aslı fazla büyük ve uzun değildir. Orta boy yirmi üç sayfadan ibarettir. Şam Hutbesi'nin Arapçasının, Şam'da bir hafta içerisinde iki defa basıldığı yazılmışsa da, buna delil olacak bir vesika şu ana kadar ibraz edilmiş değildir. Lâkin Bediüzzaman Hazretleri Şam'dan İstanbul'a döndüğünde, bir haftada mı, bir ayda mı, bir sene içinde mi kesin bilinmiyor, bu hutbenin iki defa basıldığını görmekteyiz. Elimizdeki ikinci baskısı, 1912'de İstanbul Ebuzziyâ Matbaası'nda, Teşhis'ül-İllet isimli zeyli olan milliyet ve din mevzuunu mukayese eden Risâleyle birlikte basılmıştır. Birinci baskısının bundan ne kadar zaman önce basıldığını da kesin olarak bilemiyoruz. Fakat 1336 Rumî, 1920 Milâdî'de basılan Sünûhat isimli Risâlesi'nin ahirinde yer alan Deva'ül-Ye's ünvanlı küçük bir Risâle'nin baş tarafında: "Bundan yedi sene evvel bir Risâleme yazdığım bir zeyildir" şeklinde bir ibare vardır. Buna göre Hutbe-i Şamiye'nin birinci tab'ı 1911'de, Deva'ül-Ye's zeyli ile birlikte basıldığı gibi, ikinci tab'ı da bir sene sonra, 1912'de Teşhis'ül-İllet zeyli ile beraber basılmış oluyor. Üçüncü baskısı ise, Hutuvat-ı Sitte Risâlesiyle beraber Arapça olarak 1922'de basılmış. Bu tarihten yirmidokuz sene sonra, yani 1951'de onun müellifi tarafından Arapça Hutbe-i Şamiyye, Türkçe'ye tercüme edilerek genişletilmiş. Ve Osmanlıca olarak teksir makinasıyla, müellifin bir kısım eski makale ve nutukları da eklenerek bir kaç defa çoğaltılmıştır. 1951 yılında yapılan Türkçe Tercümesine Nutuk adlı kitapta bulunan çoğu makaleler ve hatta zeyl olarak Hakikat Çekirdekleri ilâve edilerek teksir edildi (Süleymaniye Kütüphânesi, Yazma Bağışlar, No: 3364). 1952'de müellifin kardeşi Molla Abdülmecid tarafından bu geniş şekliyle olan Hutbe-i Şamiye Türkçe'den Arapça'ya tercüme edilerek Türkiye'de, Suriye'de ve Mısır'da bir kaç defa basıldı. 1973 senesinde de Asım Hüseynî tarafından Türkçesinden yeniden Arapça ya güzel bir üslûb ile tercüme edildi. Ve birkaç kez basıldı.3 Hutbe-i Şamiye, bir ümit çağlayanıdır Bediüzzaman'ın Şam'da, Şam âlimlerinin ısrarı üzerine Emeviye Camii'nde îrâd ettiği hutbe, bir ümit çağlayanıdır. Yalnız, dinleyiciler arasında bulunan yüze yakın âlimin İslâm dünyasındaki keşmekeş sebebiyle derin bir hüzün ve ümitsizlikten gelen atalet içinde bulunduğu vakıasını da nazardan uzak tutmayalım... "Yeryüzünde müstakil tek İslâm devleti" hüviyetinde bulunan Osmanlı Devleti'nin çatırdayan kubbeleri, tabiatıyla herkesi düşündürmektedir. Çöküşün farkında olan âlimler ise herkesten fazla muzdariptir. Avrupa'nın hızla gelişmesi karşısında tökezleyen Osmanlı Devleti'yle birlikte İslâmî inkişafın duracağı, gerileyeceği, hatta daha kötümser bir düşünceyle "dünyanın