Ben de senin ağanın cebinde olan aklınla konuşurum

Bediüzzaman'ın Hayatı'ndan Tesbitler (161)Bediüzzaman, kısa sürede Şark vilayetlerini gezmeye başlar ve bölge genelinde yaptığı seyahatler sırasında, Diyarbakır'dan Urfa'ya gitmiş; hemen ardından Urfa'nın çevresindeki bazı bölgeleri ve mahalleri ziyaret ettikten sonra tekrar Urfa'ya dönmüştür. Bu esnada bir gün, Yusuf Paşa Camii'nin bahçesinde toplanan büyük bir topluluğa hitap eder. Konuşmasında, yaptığı ziyaretler sırasında bir çiftçiyle aralarında geçen diyaloğu aktarır. Bediüzzaman, çiftçiye önce o beldedeki ziraatın durumunu sorar. Çiftçi kendisine "Ağamız (veya aşiret reisi) bilir." cevabını verir. Ardından, çiftçiye hangi soruyu yöneltmişse, hep aynı cevabı alır. Bunun üzerine Bediüzzaman, ona, "Ben de senin ağanın cebinde olan aklınla konuşurum" der. Ardından ona, her şeyi ağaya havale etmemesini; müteşebbis olmasını, köyün meselelerinden haberdar olması gerektiğini anlatır. Bu misalden sonra Bediüzzaman, kendisini dinleyen kalabalığa, aynı doğrultuda iki saat vaaz ve nasihatlerde bulunur." 1 Görüldüğü gibi Bediüzzaman, Şark insanlarının ilerleme ve gelişme imkânının kendi ellerinde olduğunu muhataplarına vurgulamak ister. Milletin hâkimiyeti, bundan ibarettir. Bir Büyük Adama, Bir Velîye, Bir Şeyhe ve Bir Büyük Âlime Karşı Nasıl Hür Olacağız Bir defasında, ağalar, büyükler ve şeyhler tarafından şekillendirilen geleneksel kabile toplumunda beylerin ve ağaların konumlarının nasıl olması gerektiğine dair bir soruya şöyle cevap verir: Sual: "Bir büyük adama, bir velîye, bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız Onlar, meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz." 2 Bediüzzaman bu soruya şöyle cevap verir: "Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe'ni tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden, sabiyy-i müteşeyyihtir; siz de büyük tanımayınız." 3 Ayrıca "Manen her bir zamanın bir hükmü ve hükümrânı vardır. Sizin ıstılâhınızca o zamanın makinesini çeviren bir ağa lâzımdır. İşte zaman-ı istibdadın hâkim-i mânevîsi kuvvet idi. Kimin kılıncı keskin, kalbi kâsi olsa idi, yükselirdi. Fakat zaman-ı meşrûtiyetin zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası haktır, akıldır, marifettir, kanundur, efkâr-ı âmme'dir. Kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa yalnız o yükselecektir. İlim yaşını aldıkça tezayüt, kuvvet ihtiyarlandıkça tenakus ettiklerinden kuvvete istinat eden kurun-u vusta hükümetleri inkıraza mahkûm olup, asr-ı hazır hükümetleri, ilme istinad ettiklerinden Hızırvâri bir ömre mazhardırlar." 4 Bediüzzaman, aslında bu yaklaşımıyla, bey ve ağalara hücum etmiyordu. Buna karşılık, dünyanın ve insanlığın geldiği noktadan habersiz olmanın ve gelişmelere duyarsız kalmanın zararlarından bahsediyordu. Bununla da kalmıyor, takip etmek zorunda oldukları temel çizgiyi tarif ediyordu. Ağa ve beylerin, yeni meşrûtî sistemde milletin ve insanların hizmetçisi olması gerektiğini ifade eden Bediüzzaman, sözlerine şöyle devam etti: "Ey Kürtler! Sizin bey ve ağa, hatta şeyhleriniz dahi eğer kuvvete istinat ile kılınçları keskin ise, bizzarure düşeceklerdir. Hem de müstahaktırlar. Eğer akla istinat ile cebir yerine, muhabbeti isti'mâl ve hissiyatı efkâra tâbi' ise, o düşmeyecek belki yükselecektir." 5 Yalnız Hakkın Hatırı Kırılmasın Bediüzzaman'ın aşiret ağalarına yönelttiği temel eleştirilerden bir diğeri, Münâzarât'ın başka bir yerinde karşımıza çıkar. Burada, "Şimdiki rüesaya tevbih ve ta'nifte hakkım yoktur. Ben taşımı sabıka atıyorum. Bazılarının hatırı kırılsa da mazur tutulsun. Yalnız hakkın hatırı kırılmasın. Zira, milletin hatırı, onların hatırından daha âlî, daha galîdir." 6 diyerek, şimdiki reisleri değil, önceki reisleri hedef aldığını belirtmiş ve onları "istibdadın seyyiatından" bir hata olarak tarif etmiştir. Bu önemli hata ise, "Bazı rüesa ile haksız olarak millete fedakârlık iddia eden sahtekâr hamiyetfüruşlar veya velâyeti dâvâ eden ehliyetsiz bazı müteşeyyihlerdir." 7 diye ifade ederek milliyet duygusunu söndürmeleri; milletin bütün unsurlarından meydana gelen şahs-ı ânevîyi öldürerek ve o şahs-ı mânevîye zarar vererek milletin maddî ve mânevî kaynaklarını kurutmalarıdır. Zaman Cemaat Zamanıdır Milletin veya bir sosyal grubun şahs-ı mânevîye sahip olduğuna dair fikir ve değerlendirmeler, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. İçinde