Kontörlü klavyeler

Önümde bir okunacaklar listesi, buna mukabil sınırlı zaman dilimi her dakika endişelerimin artmasına sebebiyet veriyor. Okuduğum her satır, bu coğrafyada yaşadıklarımızın dönme dolap misali nasıl deveran ettiğini her seferinde bana tekrar hatırlatıyor... Tam bu düşünceler içerisindeyken fikrine değer verdiğim bir arkadaşımdan, Yunanistan ve Fransa arasındaki Yunan donanmasının modernizasyonuna dair güncel bir makale geldi. Yazıyı kabaca okuduktan sonra, herkesin binlerce yıldır aynı mevzilerinde olduğuna ve hakikatte hiçbir şeyin değişmediğine bir kez daha ikna oldum. Malum son zamanlarda kanıksadığımız bir konu: Fransa ne üretse Yunanistan'a da satıyor, ABD ise Yunanistan'ı âdeta cephaneliğe döndürecek sevkiyatlarına devam ediyor. Makaleyi kenara koyup, İngiliz tarihçi Steven Runciman'in kaleme aldığı Haçlı Seferleri Tarihi isimli kitaba döndüğümde, Türklerin Haçlı Seferlerine karşı nasıl bir direniş ortaya koyduğuna biraz daha vâkıf oluyordum. Oysa bu konu bu coğrafya insanının en detay bilgisine kadar zaten bilmesi gereken bir konu olmalı. Aksi takdirde olanı biteni anlamak, anlamlandırmak mümkün değil. Merhum Mehmet Akif üstadın deyimiyle: Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi Tarih'i "tekerrür" diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi Buradan mülhem, Fransa ve ABD'nin Yunanistan'a karşı duydukları bu muhabbet bizleri şaşırtmamalı. Konuyu sadece Yunanistan denilen vekil devlet üzerinden okumak da aslında konuyu izaha yetmez. Bu coğrafyada bize patinaj çektirerek, yerimizde saymamızı sağlayacak her bir unsura son derece dikkat göstermeliyiz. Geçtiğimiz günlerde İran Devrim Muhafızları Komutanlarından Kasım Süleymani'nin Irak'ta ABD tarafından öldürülüşünün ikinci senesiydi. Bu konuyu dahi yukarıda çizdiğim zaviyeden anlamak ve anlamlandırmak zorundayız. ABD ve Batı aklı, Süleymani'yi istese çok daha önceden öldüremez miydi Kendisi açısından tehdit olarak algıladığı anda, İran toprakları dışında çok daha önceden yine öldürebilirdi. Ama öldürmedi! Israrla tüm coğrafyanın harap olmasını, kin ve nefret tohumlarının ekilmesini bekledi... Aynı husus Suriye'de Esad açısından da geçerli. Suriye'de insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biri yaşanıyor. Israrla müdahale edilmemesinin gerekçesi Suriye'de etnik ve mezhepsel temizliğin yapılmasına, PKK devletçiği projesinin hayata geçirilmesine alan açabilmek. Bu türden gelişmeleri bu coğrafya binlerce yıldan bu yana yaşamakta ama sadece yaşadığımız anı tarih kabul etmek gibi bir kusurumuz var maalesef. Batı bizlerin idrak damarlarını kopartmışken, kendi tarihsel idrakini kurum ve kuruluşları ile her daim tahkim etmektedir. Leponto'yu unutma! Malum burada daha evvel kaleme almıştım, tarih bilinci bizdeki sözde aydınlardan fersah fersah ötede olan Batılı kalemler naralar atarak 'Leponto'yu unutma' yazıları kaleme alarak, bizlere İnebahtı'da elde ettikleri zaferi hatırlatıyorlar. Bu histerik naralar atılırken, Navarin'de donanmamızın bir baskın sonucu nasıl yakıldığını unutup, hiçbir şey olmamış gibi Batı'nın dibimizde geliştirdiği bu güvenlik siyasetini görmezden gelemeyiz. Bakmayın siz kumbarasına atılmış jeton karşılığı 'Türkiye'nin 2022 yılında güvenlikçi siyasete devam edeceğine' dair lakırtı niteliğinde konuları kaleme alanlara. Aynı şekilde Foreign Affairs'te Türkiye'de sahip oldukları eski güzel günlere duydukları özlemin kini ile kaleme alınmış bir yazı yayınlandı. Bugüne kadar hiçbir öngörüsü doğru çıkmamasına rağmen ısrarla kendisine bir şeyler karalattırılmaya devam edilen mezkûr kişiye göre, Erdoğan'ın devr-i iktidarı sona ereceği için, şimdiden ordunun hakemliğinde muhalefet ile anlaşmalıymış! Bu ülkede istemedikleri iktidarları darbeler ile alaşağı etmeye alışmış vesayetçi mekanizma, 15 Temmuz gecesi başarısız olunca, ya Rand Cooperation aracılığı ile rapor yayınlıyor ya da bu şekildeki hezeyanları yazı diyerek Foreign Affairs isimli platformda yayınlatıyor.