Yıl 1997.
Dandanakan Savaşı ile 1040 yılında Selçuklu hakimiyetine geçmiş Erciş'e geldiğim günü hatırlıyorum, yeşillikler içinde bir ilçe ve içindeki güzel insanlar, orada geçirdiğim dolu dolu üç yıl ve bu sürede edindiğim unutulmayan dostluklar.
İşte bu yıllarda Erciş ve civarını araştırmaya başlarken yolum Ahlat ile kesişti.
Zamanın şartları içinde Erciş, Ahlat, Adilcevaz ve Tatvan'a her müsait olduğumda gittim.
O yıllar aynı zamanda terör örgütünün bu bölgelerde her türden eylemi yapmaya çalıştığı yıllar.
Tendürek Ddağı'ndan Süphan Dağı'na, oradan Van ve Hakkari hattına kadar uzanan coğrafyada terör örgütünün hain eylemleri sonucu coğrafya insanı ise bunalmış durumda.
Tozlu, güvensiz, ümitsiz, sırtını yaslayacak birilerini arayan çaresizlik içindeki bir toplum, zaman zaman geceyi yaran makineli tüfek sesleri, yeterli yatırım yapılmadığı için yarı yarıya düşen voltajı regüle edecek regülatör satan dükkanlar ve şartlar zorlamadıysa gece ilçesinden, köyünden bir yere çıkmayan insanlar.
Sıklıkla gittiğim Adilcevaz'da bulunan Anadolu'nun ilk kubbeli camisi olarak bilinen Tuğrul Bey Camii ve içerisindeki sessiz yalnızlık çoğu zaman yüreğimi burkan cinsteydi.
Ahlat'a geldiğimde yöreye özgü kesme taştan yapılmış tahta ise 'Anadolu'nun kapusu, Türklüğün tapusu Ahlat'a hoş geldiniz' yazısı o günlerde hafızama adeta bir mıh gibi saplanmıştı. Ne demek olduğunu okumaya meftun birisi olmama rağmen el yordamı ile anlama gayretlerim.
Bugünkü gibi internet üzerinden bilgiye erişim imkanı olmadığı için hem Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden istifade ediyorum hem de Selçuklu dönemine ait kitapları bulma ve Erciş'e getirtebilme telaşındayım.
İşte bu gayretlerim sonunda Ercişli Emrah ile Selvi Han'ın hikayesini okudum. Oysa Ercişli Emrah ile Selvi Han'ın hikayesi Türkiye'de, Azerbaycan'da, Türkmenistan'da ve Balkanlar'da zaten bilinmekteymiş fakat ben olan bitenden bihabermişim.
Bir yiğit gurbete çıksa,
Gör başına neler gelir.
Sılası fikrine düşer,
Yaş gözüne dolar gelir.
Meğer zaten bildiğim bu sözler de Ercişli Emrah'a aitmiş.
Ahlat'taki Selçuklu kabristanı ise özenle korunması gerekirken o yıllardaki ilgisizliği içimi paramparça ederdi. Oradaki taşlardan birine yaslanır ve Alparslan ve yanındaki kahramanlarının sıradan insanlar olmadıklarını ve kendilerine şehadete yürümeden hemen önce sır perdelerinin açılıp açılmadığını düşünürdüm.