Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (36)

Irkçılık yapan kim, mütecâviz olan kim Hüseyin Cahid Yalçın'ın, her iki makâlesinde de, Yahûdileri sâhiblenir ve onların haklarını müdâfaa ederken, nasıl ifrâta kaçtığı ibretle müşâhede ediliyor... "Tercüme" olarak takdîm ettiği makâlede, bizi "Yahûdi dehâsı"na inandırmıya çalışıyordu... Peş peşe, fâhiş mübâlağalarla dolu iddiâlar: "Almanyada en meşhur âlimler yahudi idiler... Almanyalılar arasında Nobel mükâfatlarının hepsini yahudi âlimleri aldılar... Alman kültürünün ve ilminin büyüklüğünü, sanayi ve ticaretinin terakkisini, büyük kısmı itibarile, yahudiler temin etmişlerdir... Bütün kimya, bütün eczacılık, bütün fizik âletleri vesaire, bizde yahudiler tarafından vücude getirilmiştir... Yirminci ve ondokuzuncu asırdaki Alman refah ve saadetini yahudi dehasına borçluyuz... Ah şimdi Alman Üniversitelerinin halini bir görseniz! Üniversitelerimizi katî bir zulmet kapladı; anfiteatrlar âdeta bomboş; dünyayı heyecana veren Alman keşifleri, Alman ilminin yenilikleri artık bitti... İlh..." Têlîfi olan makâlede ise, Yahûdi aleyhdârlığını, "iki bin senelik bir taassubun şuûr altındaki düşmanlıkları" ile îzâh etmiye çalışıyor... Peşîn hüküm mahsûlü basît bir "îzâh" şekli! Objektif bir araştırmayle, hakîkî sebebleri tesbît tavrı yok! Tek taraflı olarak, bütün Yahûdiler, her tarafta ve her zaman mâsûm; hep başkaları onlara zulmediyor! Ve bu da durup dururken oluyor: Onlara karşı şuûr altına yerleşmiş bir düşmanlık hissi varmış ve zaman zaman bu his galeyâna geliyor, zulüm fiilleri doğuruyormuş! Başka topluluklara yapılan muazzam zulümleri es geçmek ve daha mühimmi, kendi milletinin yaptığı zulümlere gözlerini kapamak, hattâ onları mâzûr göstermiye çalışmak, buna mukâbil, durmadan, her fırsatta, bire bin katarak, bitmez tükenmez bir "ezelî-ebedî mazlûm" edebiyâtı yapmak... Bir Hakîkat arayıcısının ancak esefle karşılıyacağı hâller! Allâh'tan, bu hâlleri kabûl etmiyen Yahûdiler de var! Ne kadar az olurlarsa olsunlar, yine de bununla tesellî buluyoruz! Yahûdi aleyhdârlığı mes'elesi üzerine objektif tavırla eğilen ve hakîkatleri korkmadan dile getiren nâdir Yahûdi araştırmacı ve fikir adamlarından biri, Bernard Lazare (1865-1903) ve bu tavırla têlîf ettiği kitab, L'Antisemitisme; Son histoire et ses causes (Yahûdi Aleyhdârlığı; Târihi ve Sebebleri)'dir (Pâris, 1894). Bu Sosyalist temâyüllü Yahûdi münevveri, Dreyfus Dâvâsının tekrâr görülmesini ve vatan hâinliğiyle ithâm edilen- Yüzbaşı Alfred Dreyfus'ün sonunda berâat etmesini sağlıyan kampanyanın başını çekenlerdendi. Hayâtı, eserleri, mücâdeleleri Türkiye'de de araştırılmayı ve tanıtılmayı hakkediyor... Hüseyin Câhid Yalçın'ın gizli hüviyeti Hüseyin Cahid'in Yahûdi müdâfaası, maâlesef, sâdece insânî düşünce ve hislerle, İnsan Hakları inancıyle, liberalizm felsefesiyle, masonî doktrinle, v.s. îzâh edilemiyor... Zîrâ, Hüseyin Cahid, her insanın Allâh'ın bir lutfu olarak doğuştan sâhib olduğu- Temel Hak ve Hürriyetlerin eksiksiz bir şekilde ve tabiî olarak Yahûdilere de tanınması gibi bir dâvâ gütmekle kendini kayıdlamıyor; onları müdâfaa kisvesi altında, onların zulümlerine ortak oluyor, bunu teşvîk ediyor ve onları dîğer insanlardan üstün tutarak Yahûdiler nâmına ırkçılık yapıyor... Hassaten Yahûdi mes'elesine dâir -yukarıdaki- iki makâlesinde, kezâ bahis mevzûu ettiğimiz başka makâlelerinde ve siyâsî hayâtında bu zihniyet ve tavrın tezâhürlerini müşâhede ettik: Almanların neredeyse her şeylerini borclu oldukları bir "Yahûdi dehâsı", Yahûdilerin tamâmını mâsûm ve her zamân mağdûr, mazlûm gösterip onlardan bâzılarına yönelik aksülamelleri dahi, "iki bin senelik bir taassubun şuûr altındaki düşmanlıkları" şeklinde gayet basîtci bir mantıkla îzâh etmiye çalışma, ayrıca, irtikâb ettikleri (hâlen de etmiye devâm ettikleri) Arab-Filistinli jenosidine rağmen Siyonist tarafını destekleme, kendi muhîtlerinin mahsûlü olan ve Sabatay Sevi yerine ikâme edilen Mustafa Kemâl'i bir put yerine koyup ona tapınma, bununla dahi yetinmeyip bir de Anadolu Milletini ona tapındırmıya kalkışma, ilh... Hüseyin Cahid'in Yahûdilik lehine bunca tarafgîr ve mutassıbâne tavrını, tam olarak, onun gizli hüviyetini keşfedince anlıyoruz. Bize onun gizli hüviyetini keşfettiren ise, Prof. Dr. Cengiz Şişman'ın Suskunluğun Yükü isimli kitabıdır. Prof. Dr. Cengiz Şişman Prof. Dr. Cengiz Şişman, hakkında pek fazla mâlûmâtımız olmıyan bir akademisyen... Bilhassa mensûb olduğu âileyi, doğum yeri ve târihini, v.s. bilmiyoruz. Tercümeihâline, çalışma hayâtına ve fikir dünyâsına dâir kendi yazdıklarından, neşir vâsıtalarına verdiği mülâkatlardan, akademik sitelerden çıkardığımız bilgileri aşağıda hülâsa ediyoruz. Başlıca eseri olan Suskunluğun Yükü'nün "Giriş" Faslında (2016: 28-29), bir taraftan "Hâricî" tâbiriyle- kendisinin Sabataî olmadığını, dîğer taraftan da onlara karşı duyduğu yakınlığı ve büyük hürmeti tasrîh ediyor: "Benim gibi 'harici' birisiyle konuşmaları aslında 'günah'tı; ama yine de konuştular. Onlara duyduğum saygıdan bu kişilerin adlarını veya bazı 'sır'larını bu çalışmada açıklamayacağım." Bu ifâdesindeki "Hâricî" olduğu beyânına rağmen, âdetâ bir "Sabataî ağzıyle", Sabataîliği öylesine têvîl ediyor ve mâzûr gösteriyor, onlara karşı öylesine bir gönüldaş tavrı takınıyor, hattâ, yer yer, onların o kadar medh-ü-senâsını yapıyor ki Sabataî olmadığına inanmak pek zor! 15 Şubat 2017 târihli Şalom gazetesinde intişâr eden mülâkatında, "geleneksel Türk ve Müslüman geçmişinin ... bu dînî-târihî fenomeni Sabataîliği anlamada kendisine çok yardımının dokunduğunu" iddiâ ediyor (https:www.salom.com.trarsivhaber102078cengiz-sismanla-sabetaycilik-uzerine; 5.7.2022), velâkin, hem Sabataîlik gibi Münâfıklığı dîn hâline getirerek Müslümanlığa bütünüyle zıdd ve muhâsım bir istikâmet tutturmuş bir cereyânı anlamada Müslümanlığın nasıl bir "yardımı" olduğu anlaşılamıyor, hem de