Mustafa Kemâl'in havradaki resmî cenâze âyini (3)

Tabîblerin ısrârlı tavsıyelerini kulak ardı eden Hasta, sonunu bizzât hazırladı Lâkin ısrârlı tavsıyeler, ricâlar boşa gidecek, Müptelâ, kısa fâsılalar hâricinde hiçbir iptilâsından vazgeçemiyecekdir... Meselâ, ölümcül hastalığı ilk def'a Yalova Kaplıcaları'nda teşhîs eden Dr. Belger, onu orada on gün kadar tedâvî etmiş, kendisi de bunun faydasını müşâhede etmiş, kaşıntıları azalmıştı. Tedâvînin daha en az üç hafta devâm etmesi ve bundan sonrasında dahi Hastanın mazbût bir hayât yaşaması lâzımdı. Hâlbuki o, tedâvîyi yarıda kesip Bursa'ya bir kaçamak yaptı; orada bir baloya katılıp sabahlara kadar eğlendi; sonra İstanbul'a geçti; İstanbul'a döndüğü günün (6 Şubat 1938) gecesinde, Park Otel'de, sabahın dördüne kadar eğlenirken cereyânda kalarak üşüttü, zatürreye yakalandı; kendisini Dr. Belger ile Dr. İrdelp tedâvî ettiler; "Karaciğer zayıflığı dolayısiyle nekâhat devresi gecikti ve uzadı"... Velhâsıl, 10 Kasım 1938'de, sâati beş geçe son nefesini veren Hasta, sonunu bizzât hazırlamış, iptilâlarından vazgeçememenin bedelini hayâtıyle ödemiştir. Yoksa, bâzı çarpık zihniyetlilerin kuru kuruya, akla, iz'âna sığmıyacak şekilde iddiâ ettikleri gibi, onu ne İnönü, ne Masonlar, ne Siyonistler, ne Komünistler "zehirletmiştir", ne "teşhîs yanlış yâhûd gec konulmuş", ne "Hasta, yanlış tedâvî edilmiştir"! Her şeyden evvel, onu tedâvî eden tabîbler, hem mesleklerinde pek kıymetli birer mütehassıs idiler ve "Mutlak Şef"e de bir mâbûd derecesinde hürmet ediyorlardı, hem de "Mûtâd Zevât"ın ve Hükûmetin sıkı murâkabesi altında çalışan tabîblerin veyâ bir başkasının buna fiilen imkânı yoktu... Ve bütün bir Milletin kendisine tapınmasını istiyen (Selânikli Ali Rızâ Efendi ve Zübeyde Hanım oğlu) Mustafa Kemâl de, "her nefs gibi, ölümü taddı"... (Enbiyâ Sûresi: 35) Tabîbleri, iptilâlarından vazgeçemiyen "Ebedî Şef"lerinin bu elîm âkibete sürüklenişini adım adım ve pek büyük üzüntüyle tâkîb etmişlerdi. "Ölmez", "ölümsüz" denen "Büyük Şef", şimdi önlerinde, ufalmış, bir deri bir kemik kalmış, kararmış bir hâlde yatıyordu. Gözyaşları içinde ellerini, ayaklarını öptüler. Feryâd-ü-fîgân ettiler. Sonra, Devlet Büyükleriyle kafa kafaya verip onu "ölümsüz" kılmanın yollarını araştırdılar... "Ölümsüzlüğün" birinci şekli, mânevîydi: Onun eserini, ismini yaşatacaklar, bütün bir Milleti ona tapındırmıya devâm edeceklerdi... Fakat bu Materyalist insanlar, onun bedeninin yok olup gitmesine de râzı olamıyorlardı. Nitekim Yahûdi-Rus Materyalistleri de Lenin'in, Stalin'in bedenlerini mumyalıyarak onların toprağa karışmasına mâni olmamışlar mıydı Netîce olarak, "asrî usûlle onu tahnît etmiye", böylece bedenini de "ölümsüzleştirmiye" karâr verdiler... (Akşam, 15.11.1938, s. 7) Son sözü, "Sâat kaç" olmuştu. "Mûtâd zevât"tan makyavelist siyâsetci Kılıç Ali, (kendisinin evvelki yazdıklarını da tekzîb ederek) 10 Kasım 1954 târihli Milliyet'te (s. 5) son sözünün "Ve aleykümüsselâm" olduğu yalanını tedâvüle sokuncıya kadar, son günlerinde baş ucunda bulunan bütün şâhidler, bütün Kemalist matbûât, gazeteciler (Cemal Kutay dâhil), hep son sözünün "Saat kaç" olduğu husûsunda ittifâk etmişlerdi. Kılıç Ali'nin "Atatürk'ün Son Dakikaları" başlıklı mezkûr hâtırât makâlesinden sonra ise, yalan, istismâr ve tedhîş üzerine kurulu Kemalist Propaganda, safderûn Müslümanlara Mustafa Kemâl'i şirin göstermek için, dört elle Kılıç Ali'nin yalanına sarıldı... Aynı gazetenin, "Son dakikalarında Büyük Önderin gözleri bütün hayatiyetile parlıyordu" şeklinde Ulus gazetesinden naklen verdiği haber ise uydurmadır. Tabîblerinin beyânına nazaran, "Sâat kaç" diye sorduktan hemen sonra iki günlük bir komaya girmiş ve bu komadan çıkamadan ölmüştür. Nitekim Müdâvî ve Müşâvir Tabîblerin müştereken imzâladıkları "Ölüm Raporu"nda "derin koma içinde terk-i hayât ettiği" belirtilmiştir: "Reisicümhur Atatürkün umumî hallerindeki vehamet dün gece saat 24 te neşredilen tebliğden sonra her an artarak bugün, 10 İkinciteşrin 1938 Perşembe sabahı saat 9 u 5 geçe Büyük Şefimiz derin koma içinde terki hayat etmişlerdir." (Yeni Sabah, Anadolu Ajansı, "İstanbul 10", 11.11.1938, s. 7) 11 İkinciteşrin 1938 târihli Son Posta gazetesinin (s. 4), son günlerine dâir - tabîblerinden naklen - verdiği mâlûmât, aklıselîme muvâfıktır: "Son felâketle neticelenen kriz ölümden kırk sekiz saat evvel hiç umulmadık dakikada birdenbire başlamış ve hemen şiddetlenmiştir. Atatürk krizin başladığı andan sonra kendilerini kaybetmişler ve bir daha konuşamadan gözlerini kapamışlardır. Felâketle neticelenen son kriz başladıktan sonra müdevi ve müşavir doktorların vermiş oldukları rapor Ankaraya bildirilmiş ve bunun üzerine Başvekil Celâl Bayar gece yarısı hazırlanan hususî trenle derhal İstanbula gelmiş, krizin devam ettiği müddet zarfında sarayda bulunmuştur. "Krizin başlaması anî ve şiddetli olmuş, bu şiddet kırk sekiz saat değişmeden devam etmiştir. Müdavi ve müşavir tabiblerin Riyaseticümhur Umumî Kâtibliği tarafından neşredilen tebliğinde halkı birdenbire fazla teessüre garketmemek için bu anî ve şiddetli krizin başlangıcı biraz hafifletilmiş, krizin şiddeti ikinci ve üçüncü resmî tebliğlerde anlatılmıştır. "Krizin başladığı dakikadan itibaren kırk sekiz saat sonrasına, yani dün sabah saat dokuza kadar Büyük Şef yataklarında sakin ve fakat dalgın bir halde yatmışlardır. Müdavi ve müşavir tabibler bu müddet zarfında tedavilerine devam etmişlerdir. Saat dokuzu bir, iki, üç ve dört dakika geçinciye kadar vaziyet değişmemiştir. Fakat tam saat dokuzu beş geçe Atatürkün birdenbire dünyaya ebediyen gözlerini kapadıkları anlaşılmıştır. Ölüm o kadar sakin olmuştur ki odada bulunan bütün doktorlar bunu fark dahi edememişlerdir. Binaenaleyh 9 u beş geçe ölümün vâki olduğu değil, doktorların bunu farkettikleri vakittir. "Atatürkün ölümü Başvekil Celâl Bayara haber verilmiş, Başvekil Celâl Bayar derhal bulundukları odadan çıkarak, Atatürkün yatmakta oldukları odanın kapısına gelmiştir. Celâl Bayar rengi sapsarı, gözlerinden akan yaşları zaptedemiyerek kapıdan içeriye ağır ağır girmiş, Büyük ölünün yanına yaklaşmış ve diz çökerek başını eğmiş, hürmet ve tazim vazifesini yaptıktan sonra ayağa kalkmış, gene ağır ağır yürüyerek kapıdan