Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (36)

"Türk Dil Kurumu" Üçüncü Dil Kurultayı'nın son celsesi, 31 Ağustos 1936'da... Bu celsede kabûl edilen "Yeni Tüzük" (Nizâmnâme) ile, "Ulu Önder Atatürkün kutlu elile ve onun yüce kurucu ve koruyucu genel başkanlığı altında 12 temmuz 1932 de kurulmuş olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti"nin ismi, "Türk Dil Kurumu" olarak değiştiriliyor. (Cumhuriyet, 1.9.1936, s. 7) "İlim târihinde bir dönüm noktası" Kurultay'ı Cumhuriyet nâmına başından sonuna kadar tâkîb eden Mekki Said Esen, 31 Ağustos 1936'da Kurultay'ın nihâyete ermesi üzerine kaleme aldığı intibâlarına "İlim tarihinde bir dönüm noktası" başlığını koymuştu. Bu kısa yazıda: "Üçüncü Dil Kurultayı, zabıtlarına, yalnız bir ilim davasının açılışını değil, davanın kazandığını belirten tezahürleri de kayde muvaffak olmuştur." tesbîtinde bulunduktan sonra, Kurultay'daki şu kanâate iştirâk ediyor: "Güneş-Dil teorisi, yalnız lisaniyat meselelerinde değil, ayni zamanda en geniş ve çetin antropoloji, arkeoloji, tarih, preistuvar ve biyo-psikoloji meselelerinin hallinde de bir anahtar olacaktır." (Cumhuriyet, 1.9.1936, s. 7) Fizyoloji Ord. Prof. Dr. Kemal Cenab Berksoy: "Güneş-Dil Teorisi tamamen ilmîdir" Kemalist Totaliter Rejimin o en ceberût devrinde, birçok akademisyen, "Güneş-Dil İnkilâbı"na dâir hayrânlık dolu makâleler neşrediyorlar, bu "mûcizevî teori"yi harâretle alkışlıyorlar, onu kendi ihtisâslarına dayanan îzâhlarla têyîd ediyorlardı. Bunlara belki en câlib-i dikkat misâl, (1944 ilâ 1949 senelerinde İstanbul ve Yozgad Millet Vekîli) Fizyoloji Ord. Prof. Dr. Kemal Cenab Berksoy'dur (Üsküdar, İstanbul, 1876 Ankara, 28.11.1949). Zîrâ Berksoy, birçok Fransızca kelime kullanarak "ilmîlik" havası vermiye çalıştığı "Güneş-Dil teorisi ve teorinin modern ilme uygunluğu" başlıklı makâlesinde, "Güneş-Dil Teorisi"nin müsbet ilme muvâfık olup olmadığını tartışıyor... Gûyâ tartışıyor! Gûyâ ilmî olarak cevâbını aradığı suâl, bu sahte-nazariyenin bizâtihî çıkış noktasının, temelinin (insanoğlunun ağzından çıkan ilk mânâlı sesciğin Güneşi kasdederek telaffuz ettiği "ağ" sesciği olduğu iddiâsının) doğru olup olmadığıdır: "Güneş-Dil teorisi, sonu, 'beşer' tekellümüne varan tabiî hâdise için esas olarak, güneşi görünce ilk insanın çıkardığı (ağ) ve (eğ).. fonemini sescik kabul ediyor. "Teorinin kabul ettiği bu ilk fonem meselesi, acaba, sadece bir tasavvurdan mı ibarettir, yoksa bu fikir ve bu konsepsiyon mefhûm, küreiarz üzerinde insanın vücud bulmasını intac eden büyük bir evolüsyon historyasına tekâmül târihine uygun mudur Kısaca söylemek icab ederse, (Ağ) foneminin ilkel insanın ilk defa çıkardığı fonem olduğunu kabul etmek ilmî midir İşte bu yazıda mütalea edeceğimiz mesele, budur." Berksoy, makâlesinin devâmında, bundan bir ay kadar evvel, 21 Eylûl 1936'da yine Cumhuriyet'te neşrettiği bir başka makâlesinde üzerinde durduğu "insanın yeryüzünde tekâmülle teşekkülü" mevzûunu uzunca hatırlattıktan sonra, nihâyet sadede geliyor, tevcîh ettiği suâle peşînen "tereddüdsüz, ilmîdir" cevâbını vererek îzâhata girişiyor. Başlıca mesnedi, tam da Kemalist İskolastik Zihniyete yakışır şekilde, bir "Garb âliminin fikri"dir: (Bersoy'un fotoğrafının kaynağı: Uzm. Dr. Burhan Akgün, "Üsküdarlı Bir hekim: Ord. Prof. Dr. Kemal Cenap Berksoy (1876-1949)", Uluslararası Üsküdar Sempozyumu V; 1-5 Kasım 2007, Bildiriler, Cilt II, Ed. Coşkun Yılmaz, İstanbul: Üsküdar Belediyesi Yl., ss. 439-456) Berksoy, bir ilim adamına hiç yakışmıyacak bir tavırla, "Güneş-Dil Teorisi, tereddüdsüz, ilmîdir!" diye kestirip atıyor ... Türkcenin kelime ilmine ("lexicologie") vâkıf olmadığı hâlde, fizyolojiye dâir kelimeler teşkîl ediyor (daha doğrusu uyduruyor)... Fanatik Kemalist hüviyetiyle, derhâl Uydurmacayı benimsiyor: "(1934 yılında yayınladığı yeni ders kitabının önsözünden:) Bu bitik (kitap), çoktanberi tükenen eski kitabımın yeni baskısı değildir. Eskisi, yazıldığı Osmanlıca dilile beraber, Arap yazısının gömüldüğü tarihe karıştı. "Osmanlıca dili" denemez; ya "Osmanlı dili", ya da "Osmanlıca" demeliydi. Kaldı ki Kemalistlerin "Osmanlıca" diye tahkîr ettikleri dil, aslında, İstanbul Türkcesinden başka bir şey değildir. ...Bu bitik dil yoluna sapan bir yolcunun, o yolun yolcularının şimdilik başarabildiği bir armağanı olarak yazıldı. Büyük Dil Değişimi gibi kültürümüzün tarihlik bir dönüm yerinde ve dilin daha kuralları ve ıstılahları (terimleri) berkitilmemişken bir öğretme (ders) bitiği çıkarmak biraz hızlı bir atılganlık sayılmasın. Çünkü, yıllardanberi bitiksiz kalmış olan öğrenirlerimizin işine yaramak ezimi (zorunluluğu) karşısındaydık..." (Akgün 2007: 447) Bu meyânda, Fransızcadan iktibâs edilmiş ıstılâhlar yerine, bunların Latince veyâ Yunanca asıllarının kullanılmasını tavsıye ediyor: "Fizyoloji" yerine "fisiologia" demek gibi... Hâlbuki iki asırdır haşir-neşir olduğumuz Fransızcanın kelimeleri, bizim için daha mûnistir; binâenaleyh Frenk lisânlarından bir kelime iktibâsı zarûreti hâsıl olunca, onun - Türk hançeresine intibâk ettirilmek şartıyle- Fransızcadan iktibâs edilmesi, dil zevkimiz ve dilimizin tekâmül târihi bakımından daha