Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (39)

Dilemre: "Türkcenin eski bir Avrupa dili olduğu kanâatindeyim" "1932'de Atatürk'ü tanıdım. Bakınız nasıl olmuştur "1. Dünya Harbinden sonra Mouchet adında bir Fransız doktoru anatomi dersine mêmur edildi. Bu zat ayni zamanda antropoloji mütehassısı idi. Bunun teşvîkiyle Türk Antropoloji Mecmûası Revue turque d'anthropologie diye bir risâle-i mevkûte neşrine başlandı. Yarısı Türkce, yarısı Fransızca idi. "Bunun başlıca nâşirleri Prof. Nûreddîn Ali (Berkol), Mouchet, ben, Dr. Aziz Şevket (Kansu) idi. Fransızca kısmını Mouchet ve ben yazıyorduk. Benim yazılarım Türk dili târihi üzerine olup Türkcenin eski bir Avrupa dili olduğuna dâir idi. Bu tez üzerine, daha sonraları çok yazı yazdım ve Keltik ve eski Yunanca ve Sanskritce ve Latince ile 'Gramer kompare' bakımından süregelen münâkaşalar yapıyordum. Hâlâ da bu fikirdeyim. "Atatürk, bütün Türk harsı üzerine çalışmaya başlamış idi. Hassaten dil ve târih üzerine merâk sarmıştı. "Bu sıralarda hukukçu Ziya Bey ve gene türkiyat merâklısı Sâmih Rifat ile bir arada, gece ve gündüz buluşuyorlarmış. Türkcenin eski diller ile münâsebetleri Mustafa Kemâl'i hayrette bırakmış. Bu yolda memleket(te) ne kadar neşriyat varsa toplatmış; bu meyânda bizim yazılar da toplatılmış. Benim hiç haberim yoktu. ... "Bir gün morgda işim ile meşgûl iken, palas pandıras Dolmabahçe'ye götürdüler. Ne üstüm başım, ne de yüzüm, suratım Reisicumhurun karşısına çıkacak durumda değildi idi. ... "İlk konuşmamızda dört kişi idik. Gâzi, Zekâî Bey, bir zât daha, Âfet Hanım, bir de ben vardım. ... Konuşmada Türk dilinin Altayik sıfatı ve adını münâkaşa ettik. Benim verdiğim 'Indo-Touranien' lakabını, uzun açıklamalardan sonra çok beğendi. İlk def'a olarak karşısında 'gramer kompare'den dem vuran olduğumu biliyorum. Mustafa Kemâl: "Uydurma dil, uydurma târih yapacağız!" "Mustafa Kemâl'in dilciliği sırf politikadır. Îzâh edeyim: ... "Anadolu'da askerlik ve idare kurulduktan sonra Mustafa Kemâl Türk milletine gurûr, benlik, özel bir rûh vermek istedi. 'Îcâb ederse, uydurma târih, uydurma dil yapacağız' dedi. ... "Halk câhil, uyuşuk, münevverler de kosmopolit olmuştu. ... "Gâzî'nin duygusu, gördüğü mübrem ihtiyâc, gerçek ve sağlam idi. Fakat bu bâbda mâlûmât sâhibi değil idi. Yardımcı aradı. Bu yardımcılar kaparozcu ve dalkavuklar oldu. "Bundan başka, sarhoşluk, keyif çatarlık, cünbüşçülük arasında bu kadar ciddî bir rûh inkilâbı yapılamaz. Bu gibi mevzûları kendisi gülünç yapıyordu. ... "Atatürk, nasyonal bir pedagoji istiyordu; ama bunu bir komitacı gibi kıvırmak fikrinde idi. Üniversite ıslâhâtı da bu zihniyetin mahsûlüdür. Fakat bunu bizim devirde bu kadar tahlîl eden kimseye rastlamadım. "Bu Dâvâ, yuvarlana yuvarlana anti-nasyonal bir şekil aldı. Aşağı sınıftan bir sürü Alaman Türklerin yerine geçirildi. Bu "Alamanlar", Nazilerden kaçan Yahûdi akademisyenlerdi. Maksad, basbayağı unutuldu. "Doktor Reşîd Gâlib'i Maârif Vekîli yapmıştı. Bu megaloman adam, efendisinin zihniyet ve hedeflerini bir tarafa bırakıp eskiden beri kurduğu acâib ıslâhât programını tatbîk ederek Gâzî'nin prestiji sâyesinde Maârifin elde edebileceği fırsatların kaçırılmasına sebeb oldu. Bir gün kendisini de kovdurdu. "Güneş-Dil nazariyesi, bir sapıklıktan başka bir şey değildir" "Hülâsa, esâslı