Kemalizmin 'Târih Tezi' ve 'Güneş-Dil Teorisi' hurâfeleri (3)

Dîn-i Mübînimizle berâber onunla yoğrulmuş- mübârek dilimizin, Millî Kültürümüzün en hayâtî iki unsurundan, binâenaleyh Millî Mevcûdiyetimizin en mühim iki şartından biri olduğunun şuûruyle İstanbul Türkcemizi en azından kendi metinlerimizde- yaşatmıya azimli olduğumuz için, bittabi, Kemalist Uydurma Dille berâber onun imlâsını da istikrâhla reddediyoruz. Mâmâfih, el'ân, bu dille berâber bize dayatılan Latin harflerini (onların Münâfıkça tâbiriyle "Türk alfabesi"ni) kullanmak mecbûriyetindeyiz. (Belki, istikbâlde dahi, -en azından Frenk lisânlarını öğrenmek, Frenklerin ilim ve fenninden istifâde edebilmek için- kendi alfabemizle berâber ki onu da Türkceye tam intibâkını sağlıyarak ıslâh ve ihyâ etmek, ona, bilhassa Türkcemizin bütün ünlülerini telaffuz kâbiliyeti kazandırmak elzemdir- bu alfabeyi de kullanmak, yâni mekteblerimizde çifte alfabe öğretmek ihtiyâcında olacağız; ki bunda bir kötülük de görmüyoruz...) Hâlbuki Kemalist Totaliter Rejim, Latin alfabesini, kendi uydurma dil projesine muvâfık olarak kabûl etmiş, Milletimize, yaşıyan Türkceden İslâm Medeniyeti kaynaklı bütün kelimeleri adım adım tasfiye etmek sûiniyetiyle, onun pek âhengli telaffuzunu da târ-ü-mâr eden bir harf sistemini dayatmıştır. (Onların bu sûiniyetini ve mukâbil tesbît ve fikirlerimizi, İnşâallâh, -yine Yeni Söz'de neşretmeyi ümîd ettiğimiz- "Târihî Türkcemizin İmlâ Mes'elesi" başlıklı araştırmamızda, her zamanki gibi, vesîkalara müsteniden ve tafsîlâtıyle îzâh edeceğiz.) Bu sûiniyet mahsûlü harf sisteminde, en mühim kusûr, umûmî telaffuz kâidelerinin hâricine çıkılarak telaffuz edilmesi lâzım gelen kalın ve ince "k", "l", "g", "t" (hattâ, bâzan "d" ve nâdiren de olsa, "r") harflerinin nasıl gösterileceğinin bilinememesidir. Bunlar için, bir müddet, ünlülerin uzatma işâreti olan külâh kullanılmış (önündeki ünlü üzerine bu işâret konulmuş), tabiî bu da ("lâtif" şeklinde yazılan kelimede olduğu gibi) bir keşmekeş doğurmuştur. Şimdilerde ise, hikmet-i vücûdu âdetâ Türkceyi tahrîb etmekden ibâret olan Dil Kurumu, külâh işâretini lağvetmiş, böylece târihine yeni bir cinâyet ilâve etmiş bulunuyor. (Onların bu gibi cürümlerine, Üniversitelerin, hikmet-i vücûdları Kemalist Uydurma Dili yaymaktan ibâret gibi görünen bütün "Türk Dili ve Edebiyâtı Bölümleri"nin de ortak olduklarını esefle müşâhede ediyoruz. Bilginizi Hakka hizmet için kullanmıyorsanız, bunun sizin için zül olduğunu düşünmüyor musunuz) Bir zamandır bu son mes'ele üzerinde teemmül ederken, bunun gâyet basît çâresinin, mezkûr ünsüz harfler üzerine bir inceltme, bir de kalınlaştırma işâreti konulmasından ibâret olduğunu gördük. Ne var ki bu işâretleri, mevcûd Türkce klavye sistemlerine uyacak sûrette seçmek lâzımdı. Aslında, bir Hükûmet karârıyle, mevcûdları içinden herhangi güzel iki işâret seçilir ve klavyelerde, bunların külâh gibi rahatça kullanılabileceği teknik düzenlemeler kolaylıkla yapılabilir. O gün gelinciye kadar biz ne yapabiliriz diye kafa yorarken, bilgeclerimizin klavye sisteminde omega harfiyle gösterilen remizler listesinde, şimdilik iki işâretin bu ihtiyâca cevâb verebildiğini ve biraz sıkıntıyle, biraz vakit kaybıyle bunları metinlerimizde kullanabileceğimizi farkettik. (Elbette Türkce için bu zahmete değer!) Bundan böyle, metinlerimizde, ünsüz harfi umûmî telaffuz kâidesinin hâricine çıkarak- kalın okutmak için kavis ( ), ince okutmak için tilde ( ) işâretlerini kullanacağız. Tâ ki bu husûsta resmen başka işâretler benimseninciye kadar... Tabiî, bu imlâ sistemimizde, külâh işâretini ( ) münhasıran ünlü sesciği ("phoneme") uzatmak için kullanıyoruz. Birkaç misâl: Laik ("l" ince telaffuz edilecek ve "a" uzatılmıyacak), lâyık ("l" ince, "a" uzun), kâtil ("k" kalın, "a" uzun; adam öldüren mânâsında), katil ("k" kalın, "a" uzatmasız; adam öldürme mânâsında), lâle ("l" ince, "a" uzun), latîf ("l" ince, "a" kısa, "i" uzun), lutfen ("l" ince, "u" kısa), lutuf ("l" ince, "u"lar kısa), lutufkâr ("l" ve "k" ince, "a" uzun), kâfî ("k" ince, "a" ve "i" uzun), vakit ("k" kalın), gah ("g" ince, "a" kısa), kâide ("k" kalın, "a" uzun), ikâmet ("k" kalın, "a" uzun), inkilâb ("k" kalın, "l" ince, "a" uzun), kâr ("k" ince, "a" uzun), misâl ("a" uzun, "l" ince), kâbûs ("k" ince, "a" ve "u" uzun), yâr ("a" uzun, "r" ince "yârim"), harb ("r" ince "harbi"), âgâh ("a"lar uzun, "g" ince), kahya ("k" ince, "a" kısa), telkîn ("k" kalın, "i" uzun), istiklâl ("k" kalın, "l"ler ince, "a" uzun), sukût ("k" kalın, "u" uzun), sükût ("k" ince, "u" uzun), dikkat ("t" ince "dikkati"), sâat ("t" ince "sâatinde"), san'at ("t" ince ve iki hece arasında durak "san'atimiz"), Allâh ("l"ler kalın, ikinci "a" uzun), kânî ("k" kalın, "a" ve "i" uzun iknâ), Kânî ("k" ince, "a" ve "i" uzun; "Kırk yıllık Yani, olur mu Kânî" Rum ismi "Yani" "yânî" zarfı-), Kûtülamâre ("k" ince, "u" ve ikinci "a" uzun; 29 Nisan 1916: Irak'ta, Müslümanların İngilizlere karşı Kûtülamâre zaferi), ilh... Ünsüzleri kalın veyâ ince telaffuz ettiren kavis ( ) ve tilde ( ) işâretlerinin kullanılışına dâir misâller levhası... (Gazete dizgisinde, bu işâretler, maâlesef çok bâriz olmadığından, metin içinde zikrettiğimiz misâlleri ayrıca levha hâlinde takdîm ediyoruz.) Şu husûsu da yine tasrîh etmemiz lâzım ki yaptığımız bütün iktibâslarda, esâs îtibâriyle, metnin aslındaki imlâya da, noktalamaya da riâyet ediyor, sâdece, bâzan, metnin anlaşılmasını zorlaştıran imlâ ve noktalamaya müdâhale ediyoruz. Bu tavrımızın istisnâsı, iktibâs metinlerden çıkardığımız ara başlıklardır: Tırnak içinde verdiğimiz iktibâs ibâreler dâhil, bütün ara başlıklarda kendi imlâmızı kullanıyor, metin