Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (178)

Sahîh Müslümanlık, ne sömürgecidir, ne emperyalist, ne de harbperver! Komünizmin, Kapitalizmin, Irkçılığın ve daha birçok ideoloji veyâ dînin emperyalist olmasına mukâbil, Müslümanlık, ne emperyalist, ne sömürgeci, ne de harbperverdir. Târih meydandadır: Müslümanlar, dünyânın fethettikleri hiçbir yerinde, Avrupalıların veyâ Sovyetler'in, Kızıl Çin'in sömürgelerine benzer bir nizâm kurmamışlardır. Avrupa veyâ Komünist sömürgeleri, Müslüman nizâmındaki gibi harâc vermiye herhâlde bin kerre râzı olurlardı! Bütün kusûrlarına, nakîselerine rağmen, Avrupalılar veyâ Komünistler gibi bir köle nizâmı da têsîs etmemişler ve köleliği toptan lağvetmemek gibi muazzam bir ayıbla mâlûl olmakla berâber, hiçbir zamân kölelere Avrupalılar veyâ Komünistler gibi muâmele de etmemişlerdir. Hakîkatperver her araştırmacı bu vâkıaları tesbît etmekte gecikmez. Aksi netîceye varıyorsa, müddeâsını delîlleriyle meydana koysun, biz de hatâlı tesbîtimizden vazgeçelim! Hakîkatperverliğin ve hakkâniyetin bir îcâbı: Rivâî Dirâî İslâm tefrîki yapmak Mâmâfih, Rivâyetci Müslümanlıkta, İslâmı bütün dünyâya hâkim kılmak için "Küfür Dünyâsı"yle mütemâdî harb hâlinde olmak gibi bir fıkhî hükmün mevcûd olduğu, hakîkattir. Şu var ki İslâmı Rivâyetci Müslümanlıkla aynîleştirmek, onun bütün hurâfe ve hatâlarını "İslâm"a mâl etmek, insâfsızlıktır. "Sünnî" ve "Şiî Müslümanlık" hâlinde karşımıza çıkan An'anevî Müslümanlıktan, yânî târihî seyir içinde muhtelif âmil ve têsîrlerin şekillendirdiği Müslümanlıktan farklı bir telâkkî de mevcûddur ki biz onu "Dirâyetci Müslümanlık" tâbir ediyoruz. Dirâî İslâm veyâ Dirâyetci Müslümanlık, Dînin esâs kaynağı olan Kur'ân-ı Hakîm'i mihrâk alır ve herhangi bir dînî hüküm, âdet veyâ anlayışın "islâmî" olup olmadığına Onunla irtibâtlandırarak karâr verir. Kezâ, Hadîslerin cümlesinin sıhhatine... (Ki, böyle bir kıstasla ayıklanmıya lâyık olan Hadîsler de, sâdece, -hemen hemen tamâmı Haber-i âhâd olan- Sahîhayn ve sâir Kütüb-i Sitte Hadîsleridir ve mânâ îtibâriyle bozuk olanlar atıldıktan sonra geriye kalanlar dahi yakîn değil, ancak zann-ı gâlib hükmüyle sahîh kabûl edilebilirler... ) Dirâyetci Müslümanlığın bu tahkîkteki en büyük yardımcısı, Kitâbullâh'tan neş'et etmiş Vahye Müstenid Tecrübî İlim Zihniyet ve Usûlü ile Yüksek Tefekkürdür. Herhâlde hepsinden evvel de Hakîkatperver olmak, Hakîkatten başka tabu tanımamak lâzımdır. İşte Rivâyetci İslâmın doğrusu eğrisi birbirine karışmış Hadîslerine, Fıkhî Hükümlerine, Âdetlerine uyarak İslâmdan emperyalist, hattâ tedhîşçi bir ideoloji çıkaranlara (ki maâlesef, Müslümanların -herhâlde- kâhir ekseriyeti bu zümreye dâhildir) muhâlif olarak Dirâyetci Müslümanlık, taassubu, emperyalizmi, harbperverliği, tedhîşçiliği reddeder, sâdece tedâfüî harbi ve İnsan Hakları uğrunda (ki o da tedâfüî demekdir) mücâdeleyi kabûl eder, bütün İnsanlık üzerinde Müslümanların hâkimiyet kurması gibi bir dâvâ gütmez, hangi millet ve metafizik inanca mensûb olursa olsun, mazbût, insan fıtratına muvâfık ahlâk sâhibi olan herkesi, kâideten, kardeş kabûl eder, mümkün mertebe sulh yoluyle, bütün dünyâda İnsan Haklarının (1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyânnâmesi'ndeki Hak ve Mükellefiyetlerin) cârî olması için gayret sarfeder, mücâdele eder ve dünyânın herhangi bir mahallinde zulme dûçâr olan insanları (inancları, milliyetleri her ne olursa olsun insan kardeşlerimizi) kurtarmak için, ancak bütün sulh yolları tükendikden sonra, ayrıca, elinde muzaffer olmak için kâfî imkân bulunmak, objektif olarak getireceği götüreceğinden çok daha fazla olmak şartıyle, harbe girişir... İnsanoğluna Kerîm Hâlik'ın en büyük lutfu: Yeryüzünde hilâfet İnsanoğlunun yeryüzünde Allâh'ın halîfesi olarak yaratıldığına dâir Kur'ânî Nass ise, bildiğimiz kadarıyle, sâdece İslâma (Dirâî İslâma) mahsûs bir inanc ve umdedir; İslâmda cumhûrî nizâmın temellerinden biridir. (Kur'ânî Milliyet Telâkkîsi ve Irkçılık Sapması isimli eserimizin Ankara: Kurtuba Yl., 2016- 8. Fasl'ı bu yüksek umdeye tahsîs edilmiştir: "Kur'ânî Hilâfet Telâkkîsi ve Bu Telâkkînin Müşahhas Bir Tezâhürü: 'Medîne Esâs Kânûnu' " ss. 315383-) Atsız, "Allah'ın halifesi olan bütün insanlar arasında Stalin ile Moşe Dayan da var mı Bütün insanlar kardeşse Hasan Bağcı, Çingene vatandaşlarla kardeşliği ve hilalin Çingeneler eliyle de yükselebileceğini kabul ediyor mu" diye bu yüksek umdeyle, insanoğluna bahşedilmiş bu en büyük ilâhî lutufla, bu muazzam imtiyâzla istihzâ ediyor! Bu ulvî düşünce seviyesine yükselememek ne büyük nakîse! "Stalin'ler, Dayan'lar, Çingeneler de Allâh'ın halîfesi mi" imişler Muhakkak ki (Kur'ân-ı Azîmüşşân'a nazaran) her insanoğlu bu imtiyâza sâhib olarak dünyâya gelir; fakat, yaşanılan hayâtla, kimisi bu en büyük pâyeye bihakkın lâyık olur, kimisi de nankörlük eder, şeytana uyup esfel-i sâfilîne yuvarlanır! Bu, kendi elindedir! Çingenelere gelince, dîğer insanlar için cârî olan şartımız tabiî ki onlar için de cârîdir: Mazbût ahlâk sâhibi her Çingene kardeşimizdir! Sahîh Müslümanlıkla şereflenirse, elbette, Hilâl onun eliyle de yükselir! Ya Atsız ve Komünizm Sırf muârızıyle istihzâ etmek için,