Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (19)

Rahmetli Kâzım Karabekir Paşa'nın târihî hakîkatin aynen ifâdesinden ibâret olan şu hitâbesi, Türkiye'nin her şehrinde dikilecek (üzerinde sûret bulunmıyan) bir "İstiklâl Harbi Âbidesi"ne hâkkedilmeli ve onda, İstiklâl Harbinin bütün hakîkî kahramanları rahmetle, duâlarla yâdedilmelidir! Bittabi, bundan çok daha mühimm olan, mekteblerde, muâsır târihimizin, Kâzım Karabekir'in tebârüz ettirdiği hakîkate muvâfık sûrette tedrîs edilmesidir... Yahyâ Kemâl: "Türk Milletinin başlıca iki mânevî kuvvet pınarından biri, Ayasofya Minâresi'nden okunan Ezândır" Milletimizin her şeyden evvel Dîn-i Mübîni uğrunda İstiklâl Harbine atıldığına ve evleviyetle ondan aldığı mânevî kuvvete istinâd ederek zafere ulaştığına dâir çok kıymetli bir müşâhede de rahmetli Yahyâ Kemâl'e âiddir. Türkcemizin âdetâ bülbülü olan büyük şâirimiz, bu husûstaki bir makâlesinde, bu mânevî kuvvetin başlıca iki pınarından biri olarak Ayasofya Câmii'ni görüyor ve bu vesîleyle de bir kerre daha anlaşılıyor ki Ayasofya'yı Bizans Müzesi'ne tahvîl ederek mânen katleden Zihniyet, aynı zamânda büyük Milletimizin rûh kökünü de kurutmak istemiştir. Şâirimiz, bu makâlesini, -hürmetle yâdettiği- Ziyâ Gökalp'le onun, kendisini mâzîye aşırı düşkün olduğu için tenkîd ettiği- bir sohbet sonrasında kaleme almıştır: "...Mâzîye karşı dâüssılamı harâretle söylediğim bir gün (Diyârbekir'in bu hârika oğlu) dedi ki: 'Harâbîsin, harâbâtî değilsin; Gözün mâzîdedir, âtî değilsin!' "Ben de mâzînin kulağıma fısıldadığı bir sesle: 'Ne harâbî, ne harâbâtîyim; Kökü mâzîde olan âtîyim!' dedim. ... "Mütârekeden sonra mâzîye karşı dâüssılam arttı. Kendimi avutmak için, tek başıma İstanbul'da geziniyordum. Bu şehirde geçen beş asırık hayâtımızın safhalarını birer birer hissettim... ... "Bir gün, Ayasofya minâresinden Ezân okunduğunu işittim. 857 senesinin o sabâhından beri asırlarca günde beş def'a okunmuş olan o Ezân hâlâ vâki idi. Bu Ezânı dinlerken Fâtih'i, asıl mânâsile, ilk def'a idrâk ettim. "Yine bir gün Topkapı Sarayı'ndaki Revân Köşkü'nü seyrediyordum. Uzaktan Kur'ân okunuyordu. Yavaş yavaş sese doğru yaklaşırken, nereden geldiğini, ziyâretimde rehber olan zâta sordum. Dedi ki: '- Hırka-i Saâdet Dâiresinden geliyor.' "Peygamberimizin Hırkasını sakladığımız Cennet gibi yeşil bir odanın Türkkârî penceresi önünde durduk. İçeride iki hâfız vardı. Biri, ellerini kavuşturmuş, gözlerini yummuş, oturuyordu. Dîğeri, diz çökmüş, müsterîh ve yüksek bir sesle okuyordu. Rehberime sordum: '- Hırka-i Saâdet önünde Kur'ân ne zaman okunur' "Cevâb verdi: '- Dört asırdanberi her sâat! Geceli gündüzlü... Yavuz Sultan Selîm'in Hırka-i Saâdet'i Mısır'dan getirip bu odadaki mevkiine koydurduğundan beri 40 hâfız nöbetle Kur'ân okur. Türk târihinde bir dakîka bile buradaki Kur'ân sesi kesilmemiştir.' "Gezintilerimde bir hakîkat keşfettim: Bu Devletin iki mânevî kuvveti vardır: Fâtih'in Ayasofya Minâresinden okuttuğu Ezân ki hâlâ okunuyor; Selîm'in Hırka-i Saâdet önünde okuttuğu Kur'ân ki hâlâ okunuyor... "Ey Eskişehir'in, Afyonkarahisar'ın, Kars'ın askerleri! Siz bu kadar güzel iki şey için döğüştünüz!" (Yahyâ Kemâl, "Ezân ve Kurân"; Müslüman Sesi, 2 Mart 1961, sayı: 200, s. 4'ten naklen. İzmir'de münteşir işbu mecmûanın İmtiyâz Sâhibi, K. Oral, Başyazarı, H. M. Lütfullah Baydoğan idi.) - 2. Fasıl: KEMALİST TOTALİTER REJİMİN AYASOFYA CÂMİİ'NDEKİ TAHRÎBÂTI Elbette ki Kemalizmin Ayasofya'daki en büyük tahrîbâtı, Anadolu kadar Müslüman, Anadolu kadar vatan olmuş bir âbidevî eseri Bizans Müzesi'ne tahvîl etmesidir... Lâkin mes'ele bundan ibâret değildir; Kemalist Rejim, Ayasofya Câmii'nin dâhilinde ve Külliyesindeki eserlerin tahrîbâta uğramasından da mes'ûldür. Ayasofya'yı "Bizans Müzesi" olarak gören bâtıl zihniyet, oradaki Müslüman eserlerine ehemmiyet vermemiş, birçoğunu tasfiye ettikden sonra bakiyesine karşı da o kadar ihmâlkâr, o kadar umursamaz davranmıştır ki onları âdetâ zamânla yok olmıya terketmiştir. Aşağıda, Ayasofya Câmii'nin Bizans Müzesi'ne tahvîliyle, dolaylı ve doğrudan tahrîbâta mârûz kalmış Müslüman eserlerine dâir birkaç misâl vereceğiz. Ondan evvel, Ayasofya'nın Bizans Müzesi hüviyetiyle, maddeten ve mânen ne korkunc bir manzara arzettiğine, ne hazîn, ne fecî bir vazıyete düşürüldüğüne dâir bir şahâdeti nakletmek istiyoruz. Bu, âteşîn Dâvâ Adamı Osman Yüksel Serdengeçti merhûmun (Antalya, Akseki, 25.7.1917 Ankara, 10.11.1983, Cebeci Asrî Mez.), Serdengeçti mecmûasının Ağustos 1952 târihli 17. sayısında (s. 3) neşrettiği "Ayasofya" başlıklı mensûr şiiri sebebiyle Ankara Ağır Cezâ Mahkemesi'nde aleyhinde açılan âmme dâvâsında, onun üç Avukatından biri olan