Toplum bir defalığına okunup rafa konulacak bir kitap değil

Toplum hakkındaki algılarımız, başka her şeyle ilgili olduğu gibi, toplumla ilgili veya topluma dair yaşadıklarımızdan etkilenerek oluşur. Toplumu algılarımızla özdeşleştiririz, oysa algılarımız çoğu kez sadece bizim algılarımızla, onlar da kendi tecrübelerimizle ilgilidir. Yeni tecrübelerimiz algılarımızı da değiştiriyor, ama bu değişim sadece kendi içimizde yaşanan bir değişim olarak kalıyor.Oysa sosyal gerçekliği daha iyi anlamak, olduğu gibi görmeye çalışmak için sosyoloji icat edilmiş. Sosyoloji icat edilmeden önce insanların toplumla ilgili daha nesnel veya daha gerçekçi bir algıları hiç oluşmuyordu demek değil bu elbet. Topluma dair tasavvurlar, tarih bilimi altında bir şekilde ifade ediliyordu.Toplumların doğuşu, gelişimi ve çöküşünün izlediği bir yol, bir yasa bir sünneti tespit etme arzusu hep var olmuştur. Kur'an'ı Kerim'in tam da bu fikri ilham eden Sünnet kavramı İbn Haldun'a ilham vermiştir mesela.Geçtiğimiz Pazar günü 91 yaşında kaybettiğimiz ünlü İslam mütefekkiri Çerkez asıllı Suriyeli Cevdet Said de "Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları" diye Türkçe'ye çevrilen kitabını (İnsan Yayınları, 1985) Ra'd Suresi'nin 11. Ayeti'nden yola çıkarak yazmıştır. Malum ayet "Allah bir topluluğu o topluluk kendinde olanı değiştirmedikçe değiştirecek değildir" buyurur. Sosyal değişim için bireyin veya toplumun kendini değiştirmeye azmetmesi, irade koyması temel bir kural olarak işaret edilir. Özne mümkündür, önemlidir ve değişimin merkezidir yani.Sadece bu da değil tabi, bir kavmin helakinin o kavmin önde gelenlerin aşırı israfa, azgınlaşmalarına, hak ve hukuk tanımayan sorumsuzluklarıyla geldiğine dair çok sayıda ayetten İbn Haldun toplumların gelişimi ve çöküşü için bir Sünnet fikrine ulaşmıştır. Bu Sünnet'in sonradan sosyologların ulaşacakları tarihin yasaları fikriyle çok uygun olmasından dolayı sosyoloji sözcüğü henüz hiç kullanılmadığı halde, kimilerince İbn Haldun'un ilk sosyolog sayılmasına yol açmıştır.Türkiye'de de toplum hakkındaki gerçek durumu zihnimizde bir zaman için oluşan algılar düzeyinde bırakmamanın yolu toplumu saha araştırmalarıyla sürekli okumaktan geçiyor. Daha önce bahsettiğimiz bazı araştırmalar toplumun ne kadar dinamik, değişken olduğunu çok iyi gösteriyordu. Yani bir araştırmayla çekilen fotoğrafı bir süre sonra başka araştırmalarla çekilen fotoğraflarla yanyana koyup karşılaştırmak gerekiyor.Mesela KONDA'nın "TR100_2022 Türkiye 100 Kişi Olsaydı" araştırmasında Türkiye'nin sadece medeni durumuna bakmak bile çok ilginç bir manzarayı görmemizi sağlıyor. Türkiye'de 2011 yılında yüzde 20 seviyesinde olan bekar insan sayısı sadece on yıl içinde yüzde 29'a çıkmış mesela. Üstelik bu sürede doğum hızının da azalmış olduğunu gözönünde bulundurduğumuzda bu çok büyük bir değişim.Yine on yıl içinde boşanmış-dul insanların sayısı yüzde 4'ten yüzde 7'ye çıkmış durumda. Halihazırda evli veya nişanlı olanların sayısı da yüzde 76'dan yüzde 64'e düşmüş durumda. Bu Türk aile yapısının çok hızlı bir değişim içinde olduğunun net bir resmidir. Aile yapısının değişmesinin toplum üzerindeki etkisi zannedildiğinden çok fazla olur. Bu din anlayışına da etki eder, siyasi tavır ve tutumlara da tüketim alışkanlıklarına veya ekonomik düzene de.Artan üniversiteleşme oranının doğrudan bir etkisi de bunun nedenlerinden biri olarak kaydedilebilir. Çünkü herkes üniversite okudukça, istihdama katılım da evlilik yaşı da toplamda ileriye atılıyor.Buna mukabil 10 yıl önce her yüz kişiden on yıl önce 39 kişi istihdama dahilken şimdi 44 kişi dahil. Kadınlardan istihdama beyaz yaka veya