Siyaset için "ideal bir iletişim ortamı" mı arıyoruz

Günümüzde demokrasi söylemi büyük ölçüde liberal demokratların artık yaşanan gerçek karşısında aşırı iyimser bulunan tasavvurlarının ideolojik baskısı altındadır. "ideolojik" diyoruz çünkü hiçbir yerde elle dokunur, gözle görülür uygulanabilen bir örneği oluşmuyor. Yaşanan demokratik uygulamalar hiçbir zaman liberal demokratların tasavvur ettiği "müzakereci" bir ortamda cereyan etmez. Buna rağmen demokratik taraflar üzerinde "müzakere" ideolojik bir kurgu veya hedef olarak ciddi bir baskı kurmaya devam eder. Müzakereci demokrasi, siyasi pratiği toplumu oluşturan unsurlar arasında toplumun iyiliğini gözetmek üzere işleyen bir "müzakere" olarak tasavvur eder. Bu müzakerenin ideal bir şekilde cereyan edebilmesi için tarafların tanımlanmış ve kabul edilmiş bir "ortak iyi" için beraber hareket etmeyi kabul ediyor olması gerekiyor. Oysa siyasal alanın, katılım gösteren tarafların birbirlerine karşı "iyi niyet" gösterdikleri bir alan olmadığı çok net görülüyor.Ünlü Alman sosyolog Jürgen Habermas bolca örneğiyle mustarip olduğumuz bu iyi olmayan niyetlerin taraflar arasındaki iletişimin sağlıklı cereyan etmiyor olmasından, dolayısıyla insanların birbirlerini yeterince anlamıyor olmalarından kaynaklandığını söyler. Çözüm, ideal bir iletişim ortamının, yani ideolojilerden, önyargılardan, siyasi baskılardan arınmış, tahrif edilmemiş bir iletişim ortamının tesisidir.Böyle bir ortamı tesis edinceye kadar toplumun bütün üyelerini tek tek farklı bir ideolojik rafineriden geçirmek gerekmeyecek mi pekiSiyasal iletişim sürecini tahrif eden önyargılar, ideolojiler, iktidar arzuları ortadan kaldırıldığında geriye insan mı kalır Kaldı ki bütün bu unsurları nasıl bir süreçte ve kim ortadan kaldırmış olacak Gerçi Habermas'ın iletişimsel eylem kuramının da temelini oluşturan bu yaklaşımı, savunduğu müzakereci demokrasi için tam bir siyasi programa dönüşme umudu sanırım kendisinde bile tam oluşmamıştır. John Rwls ile Anthony Giddens biraz daha pratik öneriler de getirmişlerdir.Kısacası demokraside rakip tarafların her türlü toplumsal çıkardan uzak, toplumun iyiliği için tartıştığı bir müzakere süreci olarak düşünülmesi her şeyden önce siyasetin mevcut pratiğini tasvir eden bir yaklaşım olmaktan çok uzak. Hiç hoşumuza gitmese de Carl Schmitt'in siyaseti dost-düşman olarak tasviri daha gerçekçi. Bir şartla ki, böyle bir gerçekçiliğin Müslümana bir norm telkin etmesin. Müslüman, daha önce de dediğimiz gibi siyaseti rakipleri gibi görmez, onun derdi kendisini mutlu kılan bir yolu, pastayı, nimeti başkalarından esirgemek değil, nihai planda onu bütün insanlara şamil kılmaktır: Tahsilu's-Saade.Yaşanan gerçek, siyasette insanların kıyasıya bir mücadelenin, kıran kırana bir rekabetin içinde olmaları. Bu rekabete yön veren asıl motivasyonun bireysel, örgütsel veya grupsal çıkar mı olduğu, gerçekten de belli değerler mi olduğuna elbette yer vardır ve bir Müslüman kendi siyasetinin motivasyonunun ne olduğunu tam da burada test etmek durumundadır. Siyasette nasıl bir kazanımın peşinde olduğu, işin sonunda nasıl bir kazanıma vardığı veya kayba uğradığının muhasebesini her gün yapmak durumundadır.Bugün Türkiye'de siyasetin hakaretlerle geldiği nokta, bu anlamda siyasetin birileri tarafından rakiplerini düşmanlaştıran bir çerçevede yaşandığının aslında en iyi göstergesi. CHP'li yetkililerin Cumhurbaşkanı'na veya hükümete yönelik eleştirilerinin hiçbir yerinde toplum için daha iyi bir öneriden en ufak bir iz yok. Bu bahaneyle yaptıkları muhalefetin diline de yine kin ve nefret dili hemen gelip bulaşıyor olması bu yüzden. Çocukların Kur'an kursuyla ilgili eleştirilerini hemen bütün bir Müslüman camiaya karşı "Ortaçağ" zihniyeti sövgüsüyle tamamlaması açık bir kin ve nefret dili. Bu kin ve nefret dilinden geçmişte sadır olmuş siyaset açık