Bir tuhaflık yok mu bu işte

Kaç oldu, saymadım. Hatırlayabildiğim kadarını yanyana koyalım. Birkaç yıl önce bir ders ortamında bir üniversite hocasının yaptığı bir konuşmanın ses kaydı bugünlerde medyaya veya sosyal medyaya düştü. İçerik fecaat tabi, bir Müslüman hatta bir Hıristiyan açısından bile savunulabilir bir tarafı yok. Hz. Meryem hakkında tamamen dedikodulara istinat eden, tarihi olarak ne doğrulanması ne de yanlışlanması imkânı olmayan, en fazla boş lakırdı sayılabilecek sözler. Ama hem literatürde hem de belli mecralarda dolaşan lakırdılar. Akademik olarak gereken, bu tür lakırdıların gerçeklik değerinin ortaya konması. Ses kaydından anlaşılan zaten o akademik ortamda söylendiğinde gerekli makul itirazla da karşılaşmış. Orada kalması gereken bir konu, "halk"ın gündemine gelince istenen infial etkisi yaratılmış. Ardından yine beş yıl önce yapılmış bir şarkının sözleri yine bugün bir şekilde birileri tarafından keşfedilip gündemimize sokuldu. Söze bakılır elbet söz mü diye, bir de söyleyene bakılır tabi. Sözde birçok vecih var. Başka türlü de anlaşılabilir. Söyleyendense o kötü anlamlar beklenmezse hayra yormak da mümkün. Neden küçük bile olsa bir ihtimal varsa daha efdal olan o hayra yorma seçeneği değil de en kötü seçenek tercih ediliyor 5 yıl önce bir ok bugün hedefine varsın diye mi atılmış Bir saldırı, bir hakaret, bir düşmanlık varsa 5 yıl neden beklenmiş Bir hakaret değil de bir isyan, bir şekva edebiyatı var halbuki ilk bakışta, bu bile ayırt edilmeden direk hakaret algısına bir söz nasıl mahkûm edilebilirMüzikte, şiirde "kadere isyan", "Tanrıya şikayet", "sitem"edebiyatı karamsar toplumsal ortamlarda insanların bir haleti ruhiyesine denk düşebiliyor. Bu edebiyattan inanç değerleri adına hemen hakaret algılamanın ve incinmeye karşı kendinden menkul tazmin hakkına sarılmanın anlamı yok. İnsanların Allah'la ilişkilerine başka insanlar vekil değil. Bunu bizzat Allah-u Teala kitabında defalarca buyurur. İnsanlar kendilerini Allah'a soğutan tecrübeler yaşamış olabilir, sizin gibi inanmıyor olabilir hatta hiç inanmıyor olabilirler. Bizim gündemimize bir anda saldıralım diye getirenler bizde sanırım sınırsız ve ölçüsüz bir iktidar gücü vehmetmemizi sağlıyorlar önce. İnsanlar farklı inançlarda olabilir, Allah hakkındaki inanç ve tecrübeleri farklı olabilir, Peygamberlerine inançları da onlara saygı protokolleri de farklı olabilir. Bir Müslüman kendi farkını kendi güzel sözüyle, insanlara herşeyden önce şefkatli, engin gönüllülüğüyle, Allah inancının pratiğine, hayatına, ilişkilerine yansıyan şekliyle ortaya koyar. İnanan inanır, inanmayan inanmaz. Ötesi yok.Bu kampanyaların verdiği hızla geçtiğimiz günlerde bu sefer yine 14 yıl önce yayınlanmış bir kitapta geçen ifadeler konuldu önümüze ve yine bir saldırı emriyle. Hz. Peygamber (SAV)'in babası Abdullah ile ilgili rivayetlerin bana göre oldukça yanlış bir şekilde değerlendirildiği sözkonusu kitabın 14 yıl sonra bugün gündemimize getirilerek sınanan şey imanımız mı, yoksa kontrolsüz tepki haritalarımız mı çıkarılmaya çalışılıyor Bunun üzerinde düşünmeye daha fazla değmez mi Bu tür hadiselerin daha da çoğalacağını düşünebiliriz. Bugün Peygamber efendimize veya herhangi bir kutsal değerimize saldıran bulamadığımızda gereken hedef 5, 10, 12 yıl öncesinden, daha da öncesinden deşilip getirilecek demek ki. Üstelik sözkonusu kitabın yazarı Mehmet Azimli bu kitapta geçen ve aslında siyer literatüründe bir şekilde yeri olan bazı rivayetlere dair değerlendirmelerini akademik bir ortamda tartışmış ve gelen eleştirileri dikkate alarak kitabın sonraki baskılarında değiştirmiş. Bu ayrıntı elbette önemli ama Azimli bu konuda sözünü geri aldığında İbn İshak, İbn Hişam, Taberi gibi kadim tarih kitaplarında geçen, elbette zayıf, hatta dedikodu diye de kodlanmış bu rivayetler de silinmiş olmuyor ki. Elbette Azimli'nin veya başkalarının bu rivayetleri değerlendirme biçimleri önemli ve sorunlu. Eleştirilebilir, eleştirilmelidir ve eleştirilmektedir de. Ancak İslam tarihinde bir şekilde yüzleşilmesi gereken rivayetlerdir bunlar ve bunun işin ehli akademisyenlerce akademik düzeyde yapılması gerekiyor.Şahsen Mustafa Öztürk'ün temsil ettiği düşünceleri veya iddiaları hayatım boyunca eleştirdim, ama hep akademik düzeyde. Söylemek gereksiz umarım, bana