Avrupa'ya güvendiler, donarak can verdiler

Yunanistan'ın İpsala sınırında oraya buraya serpiştirilmiş gibi yarı çıplak, soğuktan donmuş insan cesetleri Avrupa'nın suratından akan makyaj boyaları gibi. Neresinden bakarsanız insanlık adına utanılacak bir durum, ama daha da fazlası gelecek dünyada bu sahneleri kayıtsızlıkla seyredenlerin başına gelecek daha büyük felaketlerin habercisi gibi. Sığınmacılık her insanın başına gelebilecek bir felakettir çünkü. Aslında bu manzaraları seyreden herkesin o çaresiz, ruhunu teslim etmiş cesetlerin yerinde kendini düşünmeyi denemesi gerekiyor. Bugün hiç kimse yarın bu duruma düşmeyeceğinden emin olamaz, dünyanın binbir türlü hali var. Depremi var, seli var, savaşı var, nükleer kazası var, iş savaşı var, istibdadı var, var da var. Doğal veya sosyal afet potansiyellerinin insanın geleceğine neler yazdığının hiçbir garantisi yok. Mülteci hukukunu tespit eden temel gerçek herkesin bir gün mülteci olabileceğidir. Kimse dünyanın binbir muhtemel ahvali içinde bir gün mülteci olmaya karşı tam bir güvende değil. O halde sığınmacı hakkı evrensel bir haktır ve buna riayet etmemek de bir insanlık suçu doğurur. İşin ilginç tarafı, kendi evine mülteci kabul etmeyenlerin dün kendilerini bugün çok güvende ve mutlak mülkün sahibi hissettikleri topraklarda çok ağır bir sığınma tecrübesinden geçmiş olmaları. Bugün aynı insanlar kendi atalarının sığındığı limana başka mültecilerin sığınmasına karşı alabildiğine kıskanç, alabildiğine cimri, alabildiğine duyarsız kalabiliyor. Geçmiş çok çabuk unutuluyor belli ki. Hafıza-i beşer nisyan ile malul. Daha 2. Dünya Savaşı esnasında Avrupa'nın yaşadıkları gelmiş geçmiş bütün insanlığın yaşadıklarından daha fazla ölüm, daha fazla kıyım, daha fazla acı barındırıyor. Toplamda 50 milyona yakın insanın öldüğü bu büyük savaşta kalan sağların da büyük kısmı yerinden yurdundan edildi. Sistematik soykırımı ilk defa insanlık tarihinin kayıtlarına geçmiş oldu.Elhak, Avrupa bu yaşadıklarından bazı dersler de çıkardı. Avrupa'da yaşananlar bir daha sadece Avrupa'da değil mümkünse dünyanın hiçbir yerinde yaşanmasın diye bazı kriterler geliştirildi. Ola ki unutulur diye bu kriterlerin uygulanması için kurumsal tedbirler bile alındı. Ama işte bütün o hafıza bir-kaç mülteci dalgası karşısında unutuluveriyor, o tedbirler hâk ile yeksan oluyor. "Bir daha soykırım yaşanmasın" diye alınan tedbirler "sadece Yahudilere karşı bir daha soykırım yapılmasın" hedefiyle sınırlı bırakıldı. Bu tedbirlerle korumaya alınan Siyonistlerin Filistinlilere karşı katliam ve "toplama kampı" uygulamalarına karşı Avrupa kör ve sağır kaldı. Böylece yaşadıklarından dolayı sergilediği duyarlılığı evrensel bir düzeye yükseltmekte tam bir acizlik gösterdi.Yine de bu acı tecrübelerden çıkarılan AB Kriterleri nominal olarak reddedilmesi mümkün olmayan önemli kriterler. Bunları kendilerine yazdıkları halde uymamaları ayrı bir kusur ama bu, o kriterleri reddetmeyi gerektirmiyor. Yunanistan sınırında ölüme itilen sığınmacılar Avrupa'nın kendi ilke ve kriterlerini de insanlıktan yana bütün iddiasını da ölüme itmiş oluyor. Ne yazık ki, bu ölümler sadece kendilerine kapı açılmadığı için, dışarıda kendi hallerine bırakıldığı için de gerçekleşmemiş. Yani basit bir duyarsızlık meselesi de değil. Sığınmacılarla temas kurulup üzerlerinden elbiseleri çıkarılarak o soğukta donarak ölüme gönderilmişler. Gerçi Akdeniz'de sığınmacıların botlarının delinerek çoluk çocuklarıyla birlikte soğuk sularda boğulmaya mahkûm edilme örnekleri de sıkça duyduğumuz bir uygulama. Gelişmiş ülkelerin kapılarına şu veya bu nedenle dayanan sığınmacı meselesi esasen dünya kuruldu kurulalı hep bir mesele olagelmiştir. Sorunlu bölgelerden nispeten sorunsuz bölgelere, fakir bölgelerden zengin bölgelere, geri kalmış diyarlardan gelişmiş diyarlara doğru bir insan akımı hep olmuştur. Bu akımın nasıl karşılandığı bir medeniyetin kalitesini ortaya koyar. Bugün