Tigritli çocuk, dön artık!

Mirac'ın Kalbi'nde şüheda çığlıkları arşa karışıyor; küle dönmüş hayatlar, kavrulmuş bedenler Hakk'a yürüyordu. Nesilden nesile aktarılan bir hüzündü, acının başşehrinde yaşanan.

Ömer'in nefesi bile titretirken alemi, şimdilerde içten içe kaynayan bir coğrafyaydı Risaletin Diyarı.

Asırlık bir bekleyiş, amansız bir hasretti. Kopkoyu gecenin apak şafağına ramak kalmıştı. Evren, yeni bir güne gebeydi adeta.

Özlenen Kahraman'ın müjdesiyle doldu sokaklar, arklar... Henüz yedisine bile değmemişti. Hayran hayran temaşa ettiği minber ustasına içinden geldiğince sordu:

"Bu minberi nereye yapıyorsun"

"Aksa Mescidi'ne, Kudüs'e...!"

"İyi de, bizim değil ki oralar,nasıl götüreceksin"

Can alıcı cevap havsalasını yerinden söktü aldı:

"Benim vazifem yapmak. Bir yiğit çıkar, o da diker minberi yerine!"

Onlarca yıl beynini zonk zonk sızlatan o söz, ne de tesirliydi, delikanlı yüreğinde: "Bir yiğit, bir yiğit.....!"

...........................

Zengi'nin kim bilir kaç kez teşebbüs ettiği Kutlu Seriyyeler bitmek bilmiyor... lakin sefer, zaferle taçlanmıyordu.

Belleğinde yeni yeni şekillenen kavramlar, itikadının süzgecinden geçiyor... Şirkuh'un direncine, Şaver'in ilencine şahit oluyordu, an be an. Ne ilk, ne de sondu aldanan, aldatan.

Bir sabah 'göklere erişen feryad u ah' ile sarsıldı: Amcası Şirkuh, babası Eyyub... Nihayet Zengi dünyasını değişmişti.

Manuel, bir Kılıçarslan darbesiyle silinirken alemden... karışıyordu Bizans, dinmemecesine. Sabbahi'nin esrar partileri, Batıni'nin emperyal flörtüne zemin hazırlıyor, fetih geciktikçe sinirler geriliyordu.

Nihayet Halep, yüz yılların susadığı vahdete kucak açıyor... Kürt'ün duası, Türk'ün niyazına karışıyordu. Kolyeye takılmaya tek taş kalmıştı artık. Şam ile Kudüs, ne kadar da yakındı!

Dilden dile yayılan Ömer adaleti, Bekir feraseti, Osman basireti, Ali cesareti... teslisin bağrında "Kurtuluşa az kaldı!" muştusuyla yankılanıyordu. Kont Renaud son bir çırpınışla yağmaya kalkıyor, Prens Arnat 'ebabil'den nasiplenmemişe benziyordu, Hicaz yolunda.

Bıçak kemiğe dayanmış, fethin ayak sesleri duyuluyordu. Antakya'dan Mardin'e, Azerbaycan'dan Hind'e, Kahire'den Gazze'ye...

Artuklu coşkusu, Selçuklu vefasıyla anlam kazanıyor... Mısır, bükülmez bir bilek oluyordu, Papalığın sonunu getiren.

El Hamra'da sesine ses katıyor, esnedikçe hedefe kilitlenen bir yay oluyordu Tebriz'de. Hıttin, sonun başlangıcıydı. Hakk'la direnen, engel tanır mıydı Hakk'a direnene!

Selahaddin, seriyyesini böldükçe adeta devleşiyor, Nablus, Celile, Hayfa, Samara... Esenlik Yurdu oluyordu, çarşıda, pazarda, her bir köşede...

Kulaklar, ilk kez duydukları vahiy esintisiyle uğulduyor:

"Suları zehretmeyin, ırgata zulmetmeyin, çiftçiye buğzetmeyin, yardımı esnetmeyin! Kim ki muhtaç ise doktoru, aktarı eksik etmeyin!" fermanı, bam teline dokunuyor... Ermeni, Yahudi, Rum bedenler nesillerin emniyetinde buluşuyordu.