B.
Dışarıdan bakanların çok kolay anlayamayacağı bir derdi vardır muhafazakar mahallenin; hele bizim gibi tam göbeğinde büyümüş, imam hatip okumuş, büyüğüm dediği kimselerin elinde yetiştiyseniz, bu kimi zaman tahammül edilemez bir derde dönüşür. Vaktin birinde, bir şekilde, fakat illaki kaht-ı rical neticesinde bu mahalle adına konuşabilme imkanına sahip olmuş bir takım figürler günümüzde, vicdan azabı gibi atsan atılmaz satsan satılmaz bir yüke dönüşmüştür. Dedik ya, dindarız, geleneklerimize bağlıyız, bazı şeyleri adımız gibi bilsek de dile getirebilmeyi ayıp sayar, ar ederiz. Neticede gussa gibi boğazda takılı kalır. İşte tam da bu sebeple tepenize çıkmakta hiçbir beis görmez o zevatın bir kısmı; dedelerinizin-babalarınızın tepesinde nasıl bir zamanlar davul çaldım, pek çoğunun anlamadığı şeyleri büyük bir kerametmiş gibi anlattımsa, şimdi sizin tepenizde de davul çalacağım" derler zımnen. Prima nocte hakkı gibi bir şey. Görenler feodal zamanlarda yaşadığımızı ve babadan oğula mal olarak devredildiğimizi zanneder. Serfiz ya biz.
Herkesin çevresinde bu ve buna benzer abiler var şu günlerde. Bu da bizim kaderimiz, yapacak bir şey yok. Bazısında karşı konulamaz bir sevimlilik de oluyor, yaş kemale erdikten sonra tonton amcaya dönüşüyor; saçma sapan şeyler anlatsa bile o tatlılığa hürmeten dinliyorsun. Hazretin gönlü oluyor. Fakat bunlar içinde bazıları da var ki, kendilerine tanınan bu geniş tolerans alanı sebebiyle raydan çıkabiliyor, insanların onurunu, izzetini, haysiyetini keyfince pa-i mal etmeye yelteniyor. Örneğin benim bu cümleden en tahammül edemediğim kimse Abdurrahman Dilipak'tır. "17 Temmuz 2016 günü Vatan emniyetin önüne gidecekler mutlaka yanlarına varsa silahlarını alsın" çıkışından sonra ehliyet sahibi muamelesi yapmayı bıraktığım bir kimsedir, anlamsız çıkışlarından sıtkı sıyrılan da pek çoktur. Karşısında hala 80'lerin tarım toplumunun, mahallenin yetkili abilerine mesih muamelesi yapan o biçare Anadolu Müslümanının bulunduğunu zannetmesi sebebiyle sık sık alay malzemesine dönüşüyor. O dönemin abilerinde muhatabının izzetini, haysiyetini gözetmek gibi bir hassasiyet gelişmiş değildi. Hatta sizi ne kadar aşağılarsa o kadar makbul kimse zannettiğiniz şairler, siyasetçiler, yetkili abiler kol gezerdi. Sınıfsal bir kafa karışıklığının, tahakküm edebilenin tahakküm edebildiği çevrelere karşı kurguladığı sanal bir aristokrasi piyesinin sahnesiydi mahallemiz. "Yerseniz" derler ya, yemek durumundaydınız o zamanlar. Her şeyin farkında olsaydınız da yemek durumundaydınız.
Editörlerinden olduğum GENAR TÜRKİYE RAPORU hakkında Abdurrahman Dilipak'ın attığı, son derece anlamsız, ahlak sınırlarını aşan bir tweeti paylaştı arkadaşlar dergi grubunda. Her ay üzerinde saatlerce çalıştığımız, ahlaklı bir biçimde o ayın gündemine ait başlıkları çıkardığımız, mesele tam olarak anlaşılsın diyerek paralel sorularla zenginleştirdiğimiz, böylece çapraz okumalarla farklı çıkarımlar yapma imkanına sahip olduğumuz ve neticede yalnızca müşterilerle paylaştığımız raporumuzu "algı operasyonu gibi görünüyor" diye tezyif etme cüretinde bulunmuş Dilipak. Dedim ya, muhatabının izzetini-itibarını düşünmemek mezkûr kuşak için gayet normal, hatta gerekli bir şeydi. Sonradan görmelik, buldumcukluk bir insanı böyle kılabilir. Kafasını çalıştırıp da "algı operasyonu yapacak olsalar, yalnızca müşterilere sunulan kapalı devre bir rapor üzerinden yapmazlar herhalde" demeyi dahi akıl edemeyen bir kimseden bahsediyoruz. Dilipak "nasıl gözüküyor" üzerinden hadiseyi yorumlamaya hakkı olduğunu düşünmüş. Karşıdan bakıldığında pek çoklarına küçük çıkarcı olarak görünen bir kimse için çok iddialı ve cesur bir çıkış bu doğrusu. Başka vesilelerle "bu adamın karın ağrısı nedir" diye sorduğum dostların önemli bir kısmı "istediği randevuları alabilseydi, birtakım çarkları dönebilseydi kulak memesi kıvamında olurdu. Huyunu bilmiyor musun" demişti. Çok şükür ne huyunu ne suyunu biliyorum, hamdenlillah mukarenemiz olmadı. Meğer bizim mahallede adı çıkalı çok olmuş da ben bilmezmişim. Meselenin detayı hakkında nezaketen dahi tek soru sormadan "böyle görünüyor" şeklinde yorum yapabilen bir kimsenin, kendisini iyi-kötü tanıyan insanlara karşıdan nasıl göründüğünü az çok hesap etmesi gerekirdi. Belki gerçekten samimi, belki gerçekten küçük çıkarcı değil ama karşıdan öyle görünüyor. İllallah diyenin haddi hesabı yok. Elindeki telefon, tanıştığı bir kimse olan İhsan Aktaş'ı nezaketen ve öğrenmek amacıyla aramaya değil, konspiratif tweetler atmaya yarayan bir kimse bütün bunları hesap etmiş olmalıydı. Arayıp saha araştırmalarının çapraz okumaları hakkında tek bir soru sorsa bu saçma sapan şeyleri yazmaz, terbiyesizlikte bulunmazdı. Gün sonunda bir hakikatle, kendisi açısından acı fakat bizim açımızdan gayet onurlu bir hakikatle yüzleşmek durumunda Dilipak ve şürekası: bizler, o bir zamanlar kafasına göre tezyif etmekte bir beis görmediği jenerasyonlardan farklı; haysiyetine düşkün, kaht-ı rical deminde değil, enformasyon döneminde kanaatlerini beyan etmeye çalışan bir jenerasyonuz. Muhatabımız terbiye sınırlarını aştığı anda ederine ve değerine göre mukabele etmeyi bir zaruret biliriz. Müşarünileyhin anlamaya yanaşmadığı şey tam olarak budur. Bundan fazlasını söylemeye dilim, yazmaya elim varmadığı için tekerrür etmemesi dileğiyle burada kesmeyi münasip görürüm. Çok daha fazlası mahallenin gediklilerinin malumudur. Vesselam.

3