Vicdân kaybına dâir birkaç not
İsrâil'in Gazze'de yürüttüğü soykırım, insanlığın gözleri önünde yaşanıyor. Konvansiyonel medya bu katliamın gerçek boyutlarını perdeliyor. Bunun bir mâzereti var. Kanlı görüntüleri, parçalanmış cesetleri, uzuvları kopmuş, vücutları yanmış görüntüleri rahatsız edici bulan bir yaklaşımı var. Kamuoyunda infiâl yaratmamak için bunları ya vermiyor veyâ buzlayarak veriyorlar. Diğer taraftan sosyal medyada bunlar mebzul miktarda mevcût. Zâten kamuoyları hâdiseleri konvansiyonel medyadan değil, sosyal medyadan tâkip ediyor. Yâni her şey ortada. Ne bilgi ne de haber akışında bir kısıtlama var. O hâlde sormak lâzım: Meselâ birkaç fotoğraf karesi Vietnam Savaşı'nı bitirebildi de, bu kadar yüksek teknolojiye sâhip görüntülü haberin kamuoyu oluşturmakta bu kadar işlevsiz kalmasının sebebi nedir Ahlâkî eylemin ön şartı vicdanlarda oluşur. Eylem bu oluşumun arkasından gelir. Modernleşmenin burjuva bir karakter kazanması da bir vicdan hareketi olmasından kaynaklanır. Burjuvalar, yüksek sınıfların; yâni saray toplumları ve aristokratların Machiavelli-Hobbes temelli, her nev'i ahlâkî endişeden arındırılmış reelpolitik açılımına tepki gösteriyor ve ahlâkî siyâsetin (moralpolitik) bayrağını yükseltiyorlardı. Bu çerçevede müracaat ettikleri kaynak özgür-özerk vicdanlarıydı. Aslında bu, çok daha evvel başlamış olan ve protestan-püritan hareketlerin merkeze koydukları bir ilkenin dünyevîleştirilmesinden başka bir şey değildi. Protestan-püritanlar, Tanrı ile insanı birbirine bağlayan unsurun vicdan olduğunu, vicdânların ise kilisenin sultasından kurtarılması ve aracısız kılınarak özerkleştirilmesini müdafaa ediyorlardı. Bunun, T. Müntzer gibi doğrudan ahlâkî-toplumsal yorumunu yapanlar da elbette vardı. Ama özerk vicdân hareketi daha çok teolojik bir mâhiyet kazandı. Bu teolojik boyut, Weber'in de işâret etmiş olduğu üzere kapitalist süreçlere eklemlendi. Püritanlığın ahlâkî-dünyevî yorumu, başta Fransız devrimcileri olmak üzere 19. asırdaki burjuva hareketlere kaldı. 19. asrın iklimi, çatışan unsurları tekmil kuşatacak şekilde püritan bir koda oturur. Bir tarafta, büyük kitleleri içine alacak şekilde Viktorya ahlâkı üzerinden kapitalizmle uyuşumlu bir teolojik gelenek; diğer tarafta onun liberten-seküler yorumu üzerinden eleştirel ahlâkî gelenek 19. asrın hâkim renklerini verir. Üretim kapitalizminin parlak on senelerini temsil eden 20. asırda da bunların uzantılarını görürüz. Baby boomer nesil, aslında büyük ölçüde 20. asır Viktoryenleridir. Bu asrın itaatkâr, hesapçı ve ahlâkî mes'uliyet meselesini sâdece iş ve işlemler dünyâsı üzerinden yürüten bir nesildir bu. Şizoid bir dünyâları vardır. Kültürel olarak iğdiş edilmiş, kamusal işlerini yaygın bürokratik rutinleşmeler içinde yürüten, açık vermeyen, özel dünyâsında ise baskılanan ne varsa çok defâ onun sapkınlarını biriktiren yabancılaşmış bir nesil Karşı Kültür Hareketleri, 68 Gençlik İsyânı ise, ister anarşizan tarafıyla, ister pasifist tarafıyla bakalım, neticeleri tam bir hayâl kırıklığı olsa da, eleştirel-vicdânî burjuva geleneğinin son kırıntılarını ifâde eder. Bâzen, 19. asır ile 20. asır arasında nasıl bir fark var diye düşünürüm. Malzeme aynıdır. 19. asırda Viktoryen kültür şekilldendi. 20. asır onu kurumsallaştırdı ve konvansiyonelleştirerek hâkim kıldı. 19. asırda eleştirel-ahlâkî hareketler mutantandı. 20. asır ise onu, Che imgesinde olduğu üzere epik kılarak marjinalize etti. Üretim kapitalizmi, tüketim kapitalizmi tarafından çözüldü. İlkinin yoğun bir ihmâle tâbi tuttuğu kültürler, daha doğrusu Homo Faber'in alternatifi olan Homo Culturalis, ihtiraslı duygu ve sâhiplenmelerle yeniden keşfedildi. 20. asır hesaplamacı ve tasarrufçu tüketimi başlatmıştı. Şimdi ise hesapsız ve tasarruf gerektirmeyen bir tüketimdi gündemde olan. Bauman'ın kavramlarıyla eksik tüketici tam tüketiciye evriltilmek isteniyordu. Tüketimin ertelenmeyen demokratikleşmesi kısa bir zaman zarfında burjuva değerlerin birikimini öğüttü. Tüketim insanı, şizoid üretim insanına göre tek boyutludur. Onun mahremiyeti yoktur. Tam