Bir büyük insanın ardından

Türkiye büyük bir sanatkârını kaybetti. Kuyumcu neyzen Ömer Erdoğdular geçen çarşamba günü ruhûnu teslim etti. Cumâ günü, mübârek Kadir Gecesi gününde Ömer Bey'i, Nakkaştepe Kabristanındaki ebedî istirahatgâhına, bestekâr Şevkı Bey'in hemen ayakucu tarafına sırladık. Duyduğum şahsî acıyı târif etmem çok zor. Neredeyse kırk sene evvel, soğuk bir kış günü akşamüstü, Kapalıçarşı, Nuruosmaniye'deki küçük, mütevâzı dükkânında başlayan hoca-talebe, ağabey-kardeş bağımız hep canlı kaldı. Ömer ağabeyimin bu dünyâyı terk edişi içimde asla dolmayacak büyük bir boşluk bıraktı. Ömer Erdoğdular, Oskiyam Efendi, Sâlim Bey, Aziz Dede, Emin Dede, Ressam Halil Dikmen'den gelen; Üstâd Niyâzî Sayın'da en üst artistik seviyesine ulaşan bir geleneğin çok mühim bir halkası idi. Ömer Bey, Niyâzî Sayın ekolü olarak bilinen bir tavrın en güzide ve birinci halka olarak taşıyıcıları kimlerdir diye sorulduğunda akla ilk geliveren isimlerdendir. Neyzenlikte ulaştığı mertebe, bu basit, ama derin sazdan verdiği sadâ, yaptığı nağmeler herkeste derin bir hayranlık uyandırmıştır. (Ömer Bey, çok ön plâna çıkarmamış olsa da sâdece bir neyzen değil, çok tesirli bir sese ve okuyuşa da sâhipti). Seneler boyunca, Bâyezid, Çemberlitaş'tan, Üsküdar Özbekler Tekkesi'ne hemen her mûsıkî mahfiline dâhil oldu. Mûsıkî câmiasında Hâlil Can, Saadeddin Heper, Câhid Gözkân gibilerin nesli ile daha sonrakilerle mülâkî oldu. Memleketimizin en seçkin topluluklarında ney icrâ etti. Çok üst seviye isimlere; Necdet Yaşar, İhsan Özgen gibi sâzende; Bekir Sıdkı Sezgin, Alâeddin Yavaşca gibi hânendelere eşlik etti. Efsânevî konserlerde efsânevî taksimlere imzâ attı. Ömer Erdoğdular'ın ender sanatkârlığı bir tarafa, insanlığı ve ahlâkı da çok yüksek bir mertebedeydi. O sâdece ney üflemez, neyi kâmilen yaşardı. Çok usta, çok kıymetli neyzenler tanıdım. Ama Ömer Hocam kadar ney ile imtizâc etmiş, âdeta ney-insan olmuş kimseyi tanımadım. Kâmil insan ile olgun insan arasındaki farkı ben onda gördüm. Olgun insan olgunlaşmasını biraz da içindeki çocuğu öldürerek sağlar. Kâmil insan ise tekâmülü içinde onu tekmil saflığı ve hüsnüyle içinde yaşatmasını bilendir. Ömer Bey tam da buydu. O olgun duruşunun altında hep o çocuksu saflığı, duruluğu, samimiyeti yansıttı... Kapalıçarşı'daki dükkânında sabahtan akşama kadar, başta Hâfız Sâmi, Hâfız Osman olmak üzere eski hafızların ve mûsıkî kıblesi yaptığı Tanbûrî Cemil'in kayıtlarını dinler; gelenlere dinletirdi. Tabelâsında Konyalı Ömer yazan bu küçük dükkâna gelenler onu bir tabureye oturmuş, dalgın bakışlarla dışarıya bakar vaziyette bulurdu. Attilâ İlhan'ın "Ezeli dalgınlığımızın ıslığıdır ney" mısraının Ömer Bey'de tecessüm ettiğini düşünmüşümdür hep. Dükkâna geleni o yüzüne çok yakışan tebessümle karşılardı. Hiç kimseye yüz çevirdiği olmamıştır. Mûsıkî hâricinde geçirdiği zaman nâdirattandı. Hocalığı dillere destandır. Zamân içinde ney sazına artan alâka sebebiyle çeşitli dernek, vakıf ve diğer kuruluşlar tarafından tertip edilen ney meşklerine, hiç yüksünmeden katılmış, sayısız neyzenin yetişmesine vesile olmuştur. Buradan taşan talebi de reddetmemiş, Kuzguncuk'taki muhteşem Boğaz manzaralı hânesini de açmıştır. Seneler boyu evinde onlarca kişiye, haftada bir gün saatlerce ders vermiştir. Bu meşkler kadim usûl olurdu. Ömer Bey hocalığın, talebeliğin sona erdiği değil, olsa olsa ileri bir talebelik mertebesi olduğunu çok iyi bilirdi. Bir eseri alır, talebelerle berâber saatlerce üflerdi. Talebelerin yorulduğu anlar gelir; o ise aşkla tek başına devâm ederdi. Sorulmadan hiçbir şey söylemezdi. Çay molalarında ise, başta Üstad Niyâzî Sayın, Necdet Yaşar, Bekir Sıdkı Sezgin olmak üzere hep ustaları anlatır, kendisinden asla bahis açmazdı. (Seneler evvel Dergâh dergisinde kendisini tanıtan bir yazı kaleme almış, bu meşk sisteminin niteliklerini anlatmaya gayret etmiştim). Lâf kendisine geldiğinde ise hep kendisinden şikâyetçi olur, tam bir melâmet hâli içinde yeteri kadar çalışmadığı, tembellik