Savaş ve bilinçlerimiz

Savaş kapitalizmin doğasına içkin bir olgudur. Modern dünyâda barış devirleri çok defâ savaşa hazırlık devirleri, yakın gelecekteki bir savaş için araya koyulmuş bir nefes payı olarak değerlendirilse daha mânâlı olur. Aslında savaş modernliği önceleyen târihlere de içkindir. Arttırılmış değer târihi savaşların ana dinamiğidir. Ama kapitalizm-savaş ilişkisi, târihte her zaman olduğundan daha derindir. Her şeyden evvel arttırılmış değer birikimi kapitalizmde zirve yapar. Diğer taraftan kârın maksimizasyonunu yegâne ilkesi yapmış olan kapitalizmde savaş kâr hadlerinin en yüksek olduğu sektörlerin başında gelir. Bunun için kapitalizm, nihâî tahlilde bir savaş ekonomisidir. Savaş kapitalizm için başlı başına ekonomik bir değerdir. Bilim ve teknolojide yaşanmış ilerlemelerin buna eklemlenmesi de kaçınılmazdır. Kapitalist dünyâ dâima Oppenheimer'lar türetmiş ve ayakta kaldığı müddetçe türetecektir. Bilim ve teknoloji târihini beyaz sayfalara sığdırmaya çalışan hikâyelere, ne kadar dikkât edilirse edilsin, bir yerlerden kan sıçrayacaktır. Sâdece bilim ve teknoloji değil, felsefe ve sanatlar da bu gerçek karşısında çâresizdir. Büyük umutlar doğuran Aydınlanmadan Ebedî Barış değil, Ebedî Savaşlar doğdu. Yazılan onca barış şiiri karşılığını bulamadı. Nihâyet ahlâk bile çâresiz kaldı. Onca barışçıl ahlâkî telkin boşlukta kaldı. Bu satırların bedbin bir yazar tarafından kaleme alınmış olduğu düşünülebilir. Buna okuyucunun yorumu der, saygı duyarız. Bu kanaati pekiştireceğini bilerek bir adım daha atalım: Eğer barış insanlık nâmına mümkün ve muhtemel olacaksa, bu tamâmen kapitalizm sonrası yeni bir dünyâ düzeninin ahlâk merkezli kurulabilmesine bağlıdır. Değilse barış, kapitalist üretim-mübâdele-tüketim tarzı içinde boş bir hayâlden ibârettir. Barışa elbette bir gün gerçekleşir kabilinden bir ümit olarak bakabilir miyiz Doğrusu bunda da tereddütlerim var. Acaba insanlığın kâhir ekseriyeti barışı, ahlâkî bir gereklilik olarak mı; değilse bir günlük hayat kazanımı olarak mı istiyor Daha basit olarak ifâde edecek olursak barış arzusu , "Yâhu savaşmayın da işimize gücümüze bakalım" demekten ileriye gitmeyen zayıf bir talep mi Yâni kâhir ekseriyet olarak barışı sâdece pratik sebeplerden ötürü arzu ediyor olmayalım Barışı, savaşlar canımızı sıktığı için mi tepkiyle karşılıyoruz; değilse bu tepkide ahlâkî bir derinlik yakalayabiliyor muyuz Doğrusu, ben ilk şıkkın daha geçerli olduğunu düşünenlerdenim. Maddî bir süreç olarak kapitalin orada kalmadığını, kendi gayrımaddî, öznel damarlarını oluşturup, arterlerden kılcallara doğru genişlettiğini; yâni kapitalizme evrildiği bir dünyâda yaşıyoruz. Bilinçler de ona göre oluşuyor. Dayanıksız bilinçlerdir, modern bilinçler. Ne yazık ki; kısa vâdeli devrelerden oluşur ve yüzeysel işler. Hâdiseler arasında bağ ve ilişkiler kurmaktan âcizdir. Bu zihin ikliminde ister tümdengelim olsun, ister tümevarım, başarılamaz. Akâmete uğrar. Çok defâ ilkinde tümde kaybolunur ve bir yere gelinemez; ikincisinde ise asla tüme ulaşılamaz. İlki entelektüel bir iddiadır; diğeri ise konvansiyonel. İlki az sayıda insanın iddiasıdır; ikincisi ise kitlesel olarak yaygın bir zihniyete işâret eder. İlki düşünürken bakmayı unutur, ikincisi ise bakarken düşünmeyi..Bu sığ bilinçleri kapitalizm üretti. Dünyâyı da bu sebeple çok kolay yönetiyor. Savaş karşısındaki durumumuz tam da bunu gösteriyor. Tümdengelimciler daha evvel, kuru bir ahlâkçılıkla bitse de savaşı felsefîleştirmek ve ahlâkîleştirmeyi denediler. Büyük çoğunluklar ise onları dinlemedi. Bugün daha beter bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Entelektüeller savaşı ne felsefî ne de ahlâkî düzlemde ele alıyorlar. Daha çok komplo teorileriyle soslandırılmış reelpolitik bir oyun teorisi kıvâmında görüyor ve zekâlar stratejizmle kifâyet ediyorlar. Savaş hiçbir zaman bu kadar maddîleşmemişti. Diğer taraftan kitlelerin ise canı fenâ hâlde sıkılıyor. Uzayan her şey, parçalı düşünen kitleler için can sıkıcıdır. Stratejik tahlilleri, ahlâkî