Katılaşmalar, sıvılaşmalar ve buharlaşmalar

Birkaç hâdise üst üste geldi. Fransa'da Başbakan istifâ etti ve yerine, başarılı Fransız aktör Yves Attal'ın oğlu Gabriel Attal isimli bir başkası atandı. Yunanistan'da ise Syriza Partisi'nin başına ise Stefanos Kessakilis isimli yeni bir şahıs geçti. Bu iki nevzuhur liderin müşterek bâzı nitelikleri var: Hem Attal hem de Kessakilis eşcinsel. Diğer bir müşterek tarafları yakışıklı ve genç olmaları. Gabriel Attal'ın şöyle böyle bir siyâsal kariyeri mevcut. Ama daha çok mâliyeci bir teknokrat olarak. Kessakilis ise uzun seneler ABD'de yaşamış, Biden'a destek vermiş, Golden Sachs Bankası'nda çalışmış, siyâsetle alâkası, Attal'a göre daha zayıf bir şâhıs. Ama her ikisi de para-tura işlerinde temâyüz etmişler. Bu da başka bir benzerlikleri.1980'lere kadar hüküm süren iklimde dünyâda, şöyle böyle genel kâbul görmüş siyâsetçi tipinin hayli dışında tipler bunlar. Sert, maço, çoklukla yaşını başını almış erkek veya erkekleşmiş kadın siyâsetçilerdi eski zamanların siyâsetçileri. Sevenleri elbette vardı, ama sevimli oldukları söylenemezdi. Ciddiyet başat prensipleriydi. Kissenger ve Nixon ABD'den buna tipik misâldir. Harold Wilson, Edward Heath, James Callaghan, onların Birleşik Krallık'daki muadilleriydi. Fransa'da Jacques Chirac, Valery Gisgard d'Estaing ilk akla gelen isimler. Şansölye Willy Brandt ve Helmut Schmidt Almanya'dan bu listeye dâhil edilebilir. İtalya'da Amintone Fanfani, Aldo Moro, Guilio Andreotti bu sınıfın İtalya'daki karşılıklarıdır. Bu şahıslar Soğuk Savaş'ın şekillendirdiği Zamânın Ruhu'na hitap ediyorlardı. Alabildiğine soğuk ve katıydılar. Onlara reelpolitik ilkeler yol gösteriyordu. Tabiî ki sütten çıkmış ak kaşık değillerdi. Ama hepsi de denge adamlarıydı. Siyâsetlerini dikkât, rikkât ve ölçü üzerine kuruyorlardı. 1980'lerden başlayarak tuhaf gelişmelere şâhit olmaya başladık. İkinci sınıf bir Holywood aktörü olan Reagan ABD Başkanlığına seçilerek yapıyı alt üst eden ilk figür oldu. Almanya'da Helmut Kohl halâ kabalığı, bilhassa yemek konusunda oburluğu ile nam salmıştır. Margaret Thatcher ise çıkardığı kanunlarla Birleşik Krallık'da kurulu tekmil dengeleri alt üst etmiş, Demir Lady sıfatını kazanmıştır. Baba-Oğul Bush'ların neleri kırıp döktükleri ortada. Yeltsin'i ayık bulmak neredeyse imkânsızdır. (Bizde de Turgut Özal tam bu kırılmayı karşılar). Arkası gelmiştir. İtalya'da Silvio Berlusconi, Fransa'da Sarkozy, Birleşik Krallık'da Tony Blair, tam da bunu ifâde eder. Artık katı siyâset sınıfının yerini, her yerde eş anlı olmasa da hayli sulu başka bir sınıf almaktadır. Meselâ Almanya'da Kohl sonrası Schröder ve Merkel devirlerinda hâlâ eskinin izlerine rastlanabilir. Almanya'da kırılma Olaf Scholz'da başladı. Son zamanların en büyük düşünürü olarak gördüğüm Zygmunt Bauman'ın kibarca Akışkan Toplum olarak kavramlaştırdığı bir dünyânın siyâsetçileridir onlar. Akışkan (liquid) toplumların siyâsetçileri de bir o kadar sıvılaşmış, sululaşmış şahıslar olabilirdi. Ama artık onlar da zamânın gerisinde kalıyorlar. Yeni temâyüz eden, liberal, liberal sol, liberal-merkez gibi koordinatlara oturan Kanada'da Trudeau, Birleşik Krallık'da Sunak, Fransa'da Macron, Finlandiya'da Sanna Marin, Yeni Zelanda'da Christopher Lukson vb siyâsal kültürel düzlemde aralarında çok kuvvetli benzerlikler taşıyorlar. Attal ve Kessakilis bu zincire son olarak eklenen halkalar. Bu kategorinin Trudeau gibi manken, Javier Millei,