Gazze; tesadüf mü, plânlanmış mı

7Ekim hâdisesi, sıcağı sıcağına yaşanırken tahminler havada uçuşuyordu. Kimileri bunun doğrudan HAMAS'ın tek taraflı bir çıkışı olarak değerlendiriyordu. Bu değerlendirmede bulunanlar hâdiseyi, on senelerce bir sıkışmışlık yaşayan, buna rağmen dünyâ kamuoyunun gündeminden düşen; üstelik Körfez Arap devletlerinin İsrâil ile yakınlaşmasını bir terk edilmişlik olarak gören Kassam Tugaylarının "artık ne olacaksa olsun" kabilinden bir çıkışı olarak nitelendiriyorlardı. Hâdisenin bir anlık öfkenin mahsulü olmadığını, HAMAS'ın buna yaklaşık iki senedir hazırlanmış olduğu da ilâve ediliyordu. Bir başka değerlendirme ise, yukarıdaki yaklaşımı benimsemekle berâber, HAMAS'ı bu harekâta, İran'ın ve başta Hizbullah olmak üzere İran'a müzâhir bölgesel kuvvetlerin kışkırttığını iddia ediyordu. Buna göre İsrâil'in kendisini vurmak azim ve kararlılığında olduğunu gören İran, İsrâil'i durdurmak için, Gazze'nin sıkışmışlığını kullanarak kışkırtmıştı. İran buna ilâveten yakınlaştığı Çin ve müttefiki Rusya'yı da Ortadoğu'ya çekmek niyetindeydi. Onlar için de gün bugündü. Batı tekmil kaynaklarını Ukrayna için harcarken İran bunu bir fırsata çevirmek istemişti. "Hayır, 7 Ekim ne HAMAS ne de İran'a mâl edilebilir. Bunun arkasında İsrâil var" tezini ileri sürenler de yok değildi. Bu tezin iki farklı yorumunun olduğunu hemen kaydetmeliyiz. İlk yoruma göre, İsrâil güvenlik sistemi epeydir açık vermekteydi. Bilhassa Netanyahu hükûmeti kurulduktan sonra gündeme gelen hukuk reformu İsrâil kamuoyunu bölmüş ve kutuplaştırmıştı. O günlerde İsrâil kamuoyu hakikaten de hop oturuyor, hop kalkıyordu. İç meselesine gömülen İsrâil'in güvenlik zaafını gören HAMAS da, "gün bugündür" diye harekete geçmiş ve İsrâil'in karizmasını çizen bu eyleme imza atmıştı. İsrâil'i merkeze alan bu görüşün diğer yorumu ise, içeride sıkışan Netanyahu hükûmetinin, savaş çıkararak durumunu telâfi etmeye karar verdiğini, istihbârî olarak ikâz edilmiş olmakla berâber, bunu şuurlu olarak ka'le almadığını; âdeta HAMAS'ın eylemine göz yumduğunu iddia ediyordu. Üçüncü görüş ise, hâdisenin mahrecini tartışmakla o kadar alâkalı değildi. İster İsrâil ister Filistin mahreçli olsun; esas mühim olanın, işin içine ABD ve Birleşik Krallığın girmesi olduğunu ileri sürüyordu. Yâni, eylem her ne kadar Kassam Tugayları'nın eylemi olarak başlamış olsa; bunun akabinde yaşanan ve yaşanacak olanlar düşünüldüğünde ABD ve Birleşik Krallık için sürpriz olamazdı. Değil mi ki, anında donanmalarıyla hemen yetişmişlerdi. MOSSAD'ın açık verdiğini varsayalım, arzda uçan kuştan haberi olan CIA ve MI6 da mı açık vermiştiMeseleye İsrâil-Filistin denklemi olarak bakmakta ısrarlı olanlar, ABD ve Birleşik Krallığın bile gâfil avlandığını, donanmalarını getirmelerinin sebebinin Hizbullah ve İran'ın dâhil olmasına, bir bakıma yangının büyümesine mâni olmak olduğunu iddia ettiler. "İsrâil söz dinlemiyordu"; iyisi mi, onun Filistin ile hesaplaşmasına rıza göstermekle yetinmeliydiler. Savaşın büyümesine ancak bu şekilde mâni olabilirlerdi. Bu sûretle İran'ın "oyunu" da bozulmuş olacaktı.Bu tezlerde kısmî haklılık payları olduğunu düşünüyorum. Şahsî kanaatimin biraz farklı olduğunu hemen belirtmeliyim. 7 Ekim'in içeriden; yâni Gazze'den gelen veyâ sıkışmış Netanyahu hükûmetinden gelen sâiklerini değerlendiriyor; lâkin onları apayrı bir yere koyuyorum. Ama sürecin ağır tablolar doğuran seyrine baktığımda hâdiselerin başından beri, İran ve ona müzâhir askerî ve yarı askerî unsurların güdümünde başladığı tezine çok uzak oldum. Nitekim ne İran ne müttefiki Rusya ne de son zamanlarda yakınlaştığı Çin topa girdi. Hizbullah açıkça yan çizdi. İran geri durdu. İlk günden başlayarak bu işte bir dahli olmadığını ısrarla vurguladı. Rusya bu hadiseden en kârlı çıkan taraf oldu. Düşmanı olan ABD, AB ve Birleşik Krallığın, Ukrayna'yı artık eskisi gibi desteklemeyeceğini, hattâ zaman içinde