Devletsizlik ve ulussuzluk

Kapitalizm, çok hoşlanmasa da devleti; devlet ise yine haz etmese de kapitalizme ihtiyaç duymuştur.Bunu bir soruyla açalım. Kapitalizm veyâ daha genel mânâda ekonominin birikimci ve yatırımcı güçleri devletten ne için rahatsızlık duyar Sebebi, öz sâikleri itibarıyla gâyet mâkûldür. Çünkü devletler hazineleri için vergi toplar. Devletlerin kadim zamanlardan beri değişmeyen niteliğidir vergi toplayıcılığı. Bu da sermâyenin, kârın maksimizasyonu güdüsü ile çelişir. Vergi veren sermâyenin kârı kaçınılmaz olarak eksilecektir. Marx bunu görmemiş, düz bir akıl yürütmeyle devleti küçümsemiş ve onu sermâyenin bağımlı değişkeni; daha yakın bakıldığında ise kaba gücü olarak değerlendirmiştir. Evet, 19.Asırda devletler sermâyeye karşı, bilhassa işçi sınıflarından gelen tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmek için baskıcı bir rol oynamışlardır. Ama bu, devletlerin sermâyeye mutlak olarak tâbî olmalarından; yine Marx'ın öngörmüş olduğu gibi onun basit bir aparatı, aygıtı olmasından kaynaklanmıyordu. Devletler kendi akıl yürütmelerini gerçekleştiriyor ve vergi sâhasında en fazla kaynak devşireceği toplumsal kesim olan sermâye ile uzlaşıyordu. Sermâyenin devlete ihtiyaç duymasının ve onun koyduğu vergileri sineye çekmesinin sebebi ise sâdece devletin kılıç temelinde kendisine toplumsal-sınıfsal tehdit ve tehlikeler karşısında emniyet sağlaması değildi. Dışsal faydalar sağlayan kamusal nitelikli ağır ve büyük yatırımları ancak devlet organizasyonları mârifeti ile sağlayabileceğini görüyordu. Sermâye bilhassa genişleme dinamiğinin gerektirdiği yatırımları ancak devletlerin liderliğinde yapabileceğini kestiriyordu. Buna ilâveten devletin merkezî kurumsal kapasitesinden de istifâde ediyor, iş ve işlemlerini buna dayandırarak öngörülebilir, hesaplanabilir hâle getiriyordu. Hâsılı sermâye devletlerin kurumsal-örgütsel ve kapasitesine muhtaçtı. Sermâye birikiminin ve genişlemesinin merkez güçleri, ana ilkesi olan kârın maksimizasyonunda onu kısa vâdede zayıflatsa da, uzun vâdede daha fazla kazanmasına vesile olacağı için devletle uzlaşmayı kabûl etmiştir. Mesele, toplanan vergilerin oranları ve nerelerde kullanıldığının açık bir tâkip sistemine kavuşturulmasıyla alâkalıydı. Bunu da parlamenter sistemler kanalı üzerinden hallettiler. Görece oturmuş demokrasileri taşıyan ana sütun da budur. II.Umûmî Harp sonrasında ise devletler ellerindeki sopayı geri çekti. İsmi sosyal devlet olan, modern târihte ulus olarak anılan teb'asına sâhip çıkan yeni bir devlet görüntüsü ile karşılaşmaya başladık. Devletler vergileri arttırarak ulusa akıtmaya başladı. Dahası, sermâyeden ulusa kaynak aktarımını arttıran yeniden bölüşümün de önü açılıyordu. Bunlar ekonomik akla asla uymayan bir gelişmelerdi. Sermâye, kendi çıkarları için devlete vergi vermeyi kabûl etmişti. Bu defâ, daha yüksek vergiler ve ücretler üzerinden yükü daha da artıyordu. Pekiyi sermâye bu yükü ne için kabûl ediyordu Beklentisi, yine mâliyetleri artsa, kısa vâdede kaybetse de orta ve uzun vâdede bunu verimlilik artışı ile dengelemek ve kâra geçmekti. İşte bu olmadı. Refah toplumlarındaki orta sınıflaşmaya rutinleşme ve bürokratikleşme üzerinden gizli ve yaygın bir lümpenleşme eşlik etti. Ağır verimlilik kayıpları ortaya çıktı. Ekonominin açıklarını kapatmak ve yeniden verimlilik sağlamak için finansal disiplinler tasfiye edildi. İstihdam ve işletme sâhasında beceriksiz ve maceracı modeller hayâta geçirilmeye çalışıldı. Bu arada ulus devlet yapılarına karşı neoliberal ekonomizm olarak bilinen fikriyat ağır bir saldırıya geçti. Ekonomipolitik hedefe konuldu. Bu terkibin bileşenlerinden birisi olan politik sütun devre dışı bırakıldı. Diğer sütun ise fetiş bir yeniden değerlendirmenin konusu yapıldı. Yeniden bölüşüm ağları acımasızca parçalandı. Gelin görün ki bunların hiçbiri sadra şifâ olmadı. Ne finansal aşırı büyüme ne de o cin fikirli istihdam ve örgüt modellerinden verimlilik artışı sağlanabildi. Finansal aşırı büyüme üretime dönmedi ve ekonomide mütemâdiyek kriz üreten balonlaşmalara sebep oldu. Bitirici süreçler ise belki de hiç beklenmeyen bir yerden geldi. Chip devrimi, 1950'lerin sonlarından başlayarak teknolojiyi dönüştürdü ve bağımsız bir güç hâline getirdi. Burada bağımsızlık vurgusu âzâmî olarak dikkâte alınmalıdır. Sanâyi kapitalizminde teknoloji araçsal bir değer taşır. Daha bâsit olarak söyleyecek